HAYVAN DENEYLERİ, KISSALAR VE SİYASÎ-TOPLUMSAL PSİKOLOJİ

Alâaddin Bâki AYTEMİZ

Pavlov meşhurdur. Köpekler üzerinde yaptığı deneylerde şartlı refleksi ortaya koymuştur. Pavlov, zil sesi ile köpeklerin tükürük salgılamasını sağlıyor, ödül olarak da onlara et veriyordu. Böylece köpekler her zil sesini duyduğunda koşullanmış refleks olarak tükürük salgılıyordu.

İmân, küfre karşı olmayı gerektirir de sendeki CHP=küfür şartlanmasını çözen düşmanın, sahte zil sesi ile senin şartlanman gereği kuklaya, cesede karşı salyalarını akıtarak, seni manipüle ediyorsa? Senin öncelikle ona yönelmen artık işine geliyor ve bu sayede, sen önüne atılan bu eskiyle uğraşırken o artık yeni elemanını perdeliyorsa? Diyalektik, süreç içerisinde değişen öncelikleri tesbit edebilmek demek… Fikre nisbetle…

Hindistan’da fil terbiyecileri filin çıkamayacağı kadar büyük bir çukur kazarlarmış. Fil çukura düşünce de önce siyah giysili biri gelir fili dövermiş. Bir müddet sonra beyaz giysili adam gelir ve file şefkatle davranır, yemek, su verirmiş. Bu böyle kırk gün devam eder ve kırkıncı günün sonunda beyaz elbiseli fili çukurdan çıkardığında, artık o fil beyaz giysili adamın en ağır işlerini minnetle yapacak hale gelirmiş… Klâsik, iyi polis kötü polis oyununun bir versiyonu. “Bular ak elbiseli, onlar kara!” diye birilerine bir şey atfederken neye hizmet ettirildiğimize dikkat etmeliyiz.

Kurbağa doğrudan sıcak suya atıldığında zıplayarak kurtulmaya çalışılırken, içine konulan kabla birlikte su yavaşça ısıtılırsa, kurbağa sıcaklık değişimini farkedemez ve nihayetinde haşlanarak ölür.

Stalin’in tavuğu… Denir ki, Stalin bir gün toplantı odasına bir tavuk getirtmiş. Önce tavuğun bazı tüyleriin yolmuş ve bırakmış. Canı yanan tavuk insanlardan kaçıyormuş. Sonra bütün tüylerini yolmuşlar. Zavallı tavuk çektiği azaptan kurtulmak için aralık kapıdan dışarı çıkmak istiyor ama soğuktan titriyor. Masaların altına giriyor, masa ayakları canını acıtıyor. Duvar diplerine gidiyor ama her yanı yara bere içinde., Şömineye yaklaşıyor ama tüysüz derisi sıcağa dayanamıyor. Çaresizlikten tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıyor. Stalin cebinden bir avuç yem çıkarıyor ve yolunmuş tavuğun önüne tane tane atıyor. Yemlenen tavuk Stalin nereye giderse peşinden ayrılmıyor.

Deney, beş maymun ve tepesinden muz sarkıtılan bir kafesten oluşmaktadır. Maymunlardan birinin muza ulaşmaya çalışması sonucu, araştırmacı beş maymuna da tazyikli soğuk su sıkmaktaydı. Bir süre sonra maymunlar, muzu almaya çalışmaya cesaret edemedi. Ardından beş maymundan biri alınıp yerine daha önce su sıkılmamış, orijinal deneyden olmayan bir maymun konuldu. Maymunun muzu almaya çalışmasına karşın diğer maymunlar, yeni maymuna saldırmaya başladı. Sonrasında yeni maymunun dışındaki maymunlardan biri de diğer yeni bir maymunla değiştirildi. Muza ulaşmaya çalışan maymun, önceki yeni maymun dahil diğer maymunlar tarafından dövüldü. Bu şekilde eski maymunlar yenileriyle tek tek değiştirildi. Sonuç olarak, daha önce hiç tazyikli su sıkılmamış kafesteki beş maymun, muzu almaya çalışmadı…

Kumandan Mirzabeyoğlu, “Aydınlık Savaşçıları – Moro Destanı” adlı eserinde, düşüncelerini şiire dökmüş:

“düşmanın üstüne gidemiyorsan eğer

eğer “yaradandan” çok korkuyorsan ondan

kölece de olsa yaşama tutkun

aşkınsa yaradana sevginden

*

ve fikir dediğin eğer

kaçanın can simidi

kuş tüyünden bir yataksa

öfkeden ıraksa

sığınaksa

ve inanç dediğin

yürüyeni durdurmaksa

*

sen! kötü kadından beter

git kuyruk salla düşmanına

yaran, zararsızlığını göster

ve seyret elde silah döğüşeni”

İnsanın düşmanın üzerine gidememesi sadece korkudan olmayabiliyor; yukarıdaki hayvan deneylerinde görüldüğü gibi. Kumandan burada sadece korku unsurunu ele almış… Yani, düşmanın üzerine gitmeyen korkusuz adam, korkmadığı için düşmanın üzerine gidiyorum zannetmesin. Korkmayabilirsin ama düşmana karşı koyuyorum zannederken düşmana hizmet ettiriliyor olabilirsin.

Esas düşmanı gözden kaçırmamak bu sebepten mühim…

Bizim mücadelemiz 1919’da başladı. O günden bu güne de esas düşman belli: Haçlı Yahudi Batı emperyalizması ve ona hizmet edenler. Hizmet edebilmenin yolu da iktidar olmak… Esas zarar buradan gelir. Evet, düne kadar iktidar olunuyor ama muktedir olunamadığından iktidar değilse de CHP emperyalizmaya esas vasıta konumundaydı ama bugün artık iktidar aynı zamanda muktedir de… Şartlı reflekslerle değil, düşünceyle; değişen şartların objektif tahliline fikri tatbik ederek… Dünün şartından söylenenleri ezbere tekrar ederek bu günün meselelerine çözüm bulunamaz. Ak kıyafetli adamalrı hacı baba zanneder, emperyalizmanın oyuncağı olur, sistemi tahkim ederken bulursun kendini. En kötüsü bunu fark etmezsin bile… Siyah elbiseliye düşmanlık etme sabitinde yobazlığı derinleştirirsin. Yobazlık, şekilde kalıp zamanın dışına düşmek, zamanın dinamiklerine intibak edememek… Düşmanı düşman kabul etmek için illâ siyah elbiseli olması mı gerek? Esas olan mahiyet, mânâ değil mi? Siyah elbiselinin yaptıramadığını beyaz elbiseli yaptırıyorsa?

Bizim düşmanımız siyah elbise değil, o elbisenin altında yapılanlar. Bunu ister siyah, ister beyaz elbise ile yapsınlar. Önemli olan kim olduğu değil, ne yaptığı… Hazreti Ali’nin, “doğruyu öğren sonra söyleyeni öğrenirsin” ihtarını tersinden alırsak, “yanlışı öğren, söyleyeni de ona göre değerlendir; yanlışı söyleyen baban da olsa yanlıştır. Hakikatin hatırı dostun hatırından üstündür!” demek gerekmez mi?

Kumandan’ın şiirinde geçen, “yürüyeni durdurmak” da farklı saiklerle tecelli edebilir.

Yani insan doğru yaptığını zannederek diğerlerini yanlıştan alıkoymaya çalışarak yapar bunu. Tıpkı maymun deneyinde olduğu gibi. Mesela, Talut-Calut kıssasında savaşa giden askerlerin suyun kenarında yığılıp kalması gibi. Seksen bin kişilik ordudan, kala kala Bedir ashabınca yiğit kaldı savaşa giden… Yıllarını savaşta geçirmiş nice yiğitler, kahramanlıklarını kaç kez ispatlamış nice bahadırlar yol alamadı. Niyetleri de gayet iyi: Daha çok içelim, daha da güçlenelim ki düşmana karşı daha güçlü olalım… Yani esas niyetleri savaştan kaçmak, geri durmak, yürüyeni de durdurmak değildi. Şeytanî iğvaya bir kere kapıldılar. İçtikçe kendilerini daha da güçlü hissettiren o suyu daha çok içip daha da güçlenmek gayet akıllıca değil miydi?Savaştan kaçmıyor, bilakis savaşa hazırlanıyorlardı…

Nihayetinde seksen bin kişilik ordu içinden bu iğvaya kapılmayan 313 kişi Calut’un üzerine yürüdü ve savaşı Allah’ın yardımıyla kazandı. İçilen suyun verdiği güçle değil…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: