PAYANDA “MUHALEFET” – Ali Osman ZOR

PAYANDA “MUHALEFET” Ali Osman ZOR Yıkılmış bir iktidar geçici bir süre için de olsa yıkılmamış gibi gösterilebilir mi? Çok sık görülmese de tarihte benzer durumlar yaşanmıştır. Kanunî Sultan Süleyman Zigatver seferinde vefat ettiği hâlde, ölümü 43 gün boyunca Sokullu tarafından Yeniçeri’den gizlenmiştir. Kâh payandalarla kâh benzerini yerine oturtarak bu vefatı gizlemeyi başaran Sokullu, iktidarın 2. Selim’e devrini gerçekleştirmiştir. Eğer ki Yeniçeri Kanunî’nin vefatını öğrenseydi, muhakkak ki bir iktidar bunalımı baş gösterecekti. Veya iktidarı devralacak başka bir güç olsaydı bu süreçte iktidar el değiştirebilirdi. Yakın siyasî tarihe baktığımızda, bir hamleyle iktidardan uzaklaştırılıp daha sonra karşı hamleyle tekrar iktidarı ele geçiren yönetimler mevcut; ancak devrildiği hâlde, “muhalefet” tarafından payandalanarak “devrilmemiş” gibi gösterilen ve devrildiği hâlde hâlâ “meşru ve hukuki bir yönetim” gibi iş başında kalabilen bir misâl aklımıza gelmiyor. Anlaşılmasında hiçbir güçlük olmayan şu basit gerçeğe dikkat; muhalefetin ana ve aslî görevi iktidarı elinde tutan yönetimi devirip veya iktidardan uzaklaştırıp onun yerine iktidar olmaktır. Gerek demokratik yollar, gerekse olağanüstü şartlar sırasında oluşan fırsatlarda gerçek bir muhalefetin gözü daima İktidar mekanizmasındadır. Hem “iktidarsız” olup hem de muhalif olunmaz. “Karar alma” ve “emir verme” mekanizmasını elinde tutan yönetimle önce iktidarı paylaşıp daha sonra onu iktidardan uzaklaştırmak da mümkündür. Ama, devrilmiş bir yönetimi, onun yerine iktidarı almak dururken tekrar iş başına getirmek ayrı bir kategorik değerlendirmeye tabi tutulmalı. Toplum ikiye bölünmüşse, bu bölünmenin müsebbibi olan liderlik sahte kutuplaşmalarla bölünmeyi derinleştiriyor ve toplumu güçsüzleştirmeye devam ediyorsa, üstüne üstlük bir hamleyle devrildiği hâlde tekrar iktidar altın tepsi içinde ona hediye edilmişse, orada iktidara talip “gerçek muhalefet”ten söz etmek mümkün değildir. Devrilmiş bir liderliği payandalayarak iktidarda tutan muhalefet, ilk önce kendisine ümit bağlamış kitlelere ihanet içinde demektir; bu durumda da payanda olduğu iktidarla birlikte onun da tekrardan “devrilmesi” gerekir. Çünkü kitlelerin talebiyle iktidar arasında, iş başındaki yönetim lehine tampon görevi görmektedir. Bu durumda “payanda” görevini üstlenmiş “muhalefet”e yapılacak hamle doğrudan iktidara yapılmış sayılır. MUHALEFET DERKEN NE ANLIYORUZ? Kitlelerin, iktidara karşı arkasında mevzilendiği siyasî yapılardır. Bu siyasî yapılar sisteme entegre ise, bunlara gerçek muhalefet değil, “sistem içi muhalefet” denir. Fakat, bu sistem içi muhalefet çoğu zaman kitlelerin iktidara karşı büyüttükleri “yıkıcı öfkelerini” DUVAR fonksiyonu görerek absorbe ederler; “şeklî demokrasi”lerde oyun böyle oynanıyor. İster “kötü dikatatörlük”lerde, isterse “şeklî demokrasi”lerde olsun gerçek muhalefet ise, her fırsatta sistem tarafından tehdit, şantaj, hapsetme, itibarsızlaştırma ve öldürme yöntemleriyle tasfiye edilmeye çalışılır. Gerçek muhalefet tarafından şiddetin metod olarak kullanılmasının gündeme geldiği nokta tam da bu tasfiyeye “direnme” iradesinin ortaya çıktığı ândır. Burada bu konuya şimdilik “nokta” koyarak devam edelim. “Yıkıcı” duyguların şuuruna varan öfkeli kalabalıklar, arkasında mevzilendikleri siyasî yapıların bu duygularına tercüman olmadıklarını anladıkları ân, bu duygularını iktidara ulaştırabilmek için arkasında mevzilendikleri siyasî yapıların önlerine geçmek zorundadırlar. Bunun da tek yolu “muhalif” görüntü altında iktidarı güçlendiren veya ona “payanda” görevi üslenen bu siyasî yapıları etkisizleştirmektir. Yeni bir siyasî yapının, yani “gerçek muhalefet”in İHTİYAÇ olarak kendini dayattığı nokta da burasıdır. Tüm kesimler adına söylenebilir ki, bu ihtiyaca cevap verilemesin diye “yıkıcı” duygularla yola çıkan gerçek muhalif olma istidadı taşıyan hareketler iktidar tarafından tasfiye edilirken, aynı ânda bu hareketlerin sahte tarafından benzerlerine de alan açılır. Bir yayın organı veya her hangi sivil toplum örgütüyle hedefi İKTİDAR olan siyasî hareketler arasındaki farka da dikkat etmek lazım. Bir yayın organı veya bir sivil toplum örgütü baskı grubu olarak ne kadar etkili olursa olsun, iktidarı hedefleyen bir siyasî yapının önemine sahip olamaz. İktidarı hedefleyen bir siyasî hareketin muhatabı iktidar ve iktidar çevresinde aranır. Bu açıdan bakıldığında sahtesine yer açmak için iktidar tarafından gerçeğinin tasfiye edilmesi ve sahtenin iktidara ortak edilmesi GERÇEK Muhalefetin hedefini belirler. Muhalefetin, hileli yollar veya gizli anlaşmalar kapsamında iktidarlarla beraber olup ama, bu beraberliğini sanki halâ “muhalefetmiş gibi” gizlediği dönemlerde, kandırılmış ve ihanete uğramış her kesimin, “gizli iktidar” olmuş kendi sahtesini hedefe oturtması, iktidarı hedef almasıyla aynıdır. Binlerle ifâde edilebilecek sosyal bir organizasyondan siyasî bir hareketi ayıran husus, siyasî hareketin iktidara talip olması ve faaliyetlerini iktidar çevresinde örgütlemesidir; isterse bu siyasî hareket üç kişiden müteşekkil olsun. İster “şeklî demokrasiler”, isterse de devrim hareketleri söz konusu olduğunda siyasî bir hareketin muhalefetteyken hedefi iktidara gelmek ve bütün faaliyetlerini bu hedef doğrultusunda örgütlemektir. Bu hedef ona hem “muhalif” olma özelliği kazandırır hem de “siyasî” niteliği devam eder. Anlaşılıyor ki, bir siyasetin “gerçek muhalefet”i temsil edip etmediği “iktidarı ele geçirme” şartları ortaya çıktığında kendini gösterir. Başka bir deyişle “gerçek muhalefetin” görevi “iktidarı ele geçirme” şartlarını hazırlamak veya bu şartlar tahakkuk ettiğinde iktidarı almak için harekete geçmektir. Burada Kumandan Mirzabeyoğlu’nun “Direne direne mahkûm olmak değil, hâkim olmanın şartları”na erişmeye çalışan muhalefetten bahsediyoruz. Bir kaç defa ifâde ettiğimiz üzere, muhalefetin görevi iktidarı ele geçirmektir. 15 TEMMUZ SONRASI TASFİYELER VE SIRASINI BEKLEYENLER “Vur patlasın çal oynasın” devri aslında 15 Temmuz öncesi bitmişti. 15 Temmuz’da ve arkasından yapılan 16 Nisan referandumunda bu bitiş sadece açığa çıktı. Referandum sonrası ilk değerlendirmemizde Erdoğan’ın “reisçiler”i tasfiye edeceğini söylemiş, referandum sonucunu onların üzerine yıkacağını iddia ederek şu görüşleri dile getirmiştik: “Gerilim politikası”yla yürütülen bir referandum sürecinin sonucunda ortaya çıkan “çatışma” ve “bölünme” görüntüsü muhakkak ki dünden bugüne oluşmadı. 2002’den beri yürütülen politikaların birikimi üzerine 16 Nisan sadece bir sonuçtu. Tahmin edilebilir bu netice Beştepe tarafından hesap edilemedi mi? Eğer edilemediyse, Erdoğan bunun suçunu vakıf ve derneklerden devşirdiği danışman ordusunda ve milyonlarca dolar harcayarak beslediği sözde ülke menfaatini özde ise kendi menfaatini önceleyen rengârenk kalemşör çetesinde aramalı. Hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan düşman üreten ve çoğaltan Beştepe etrafına öbeklenen ve belli ki çocuklukları AJAN olma hayâliyle geçmiş “gazetecilik”ten başka her işi yapan kiralık kalemler, hem bu bölünmüşlüğün hem de % 50 HAYIR’ın baş müsebbipleridir. Yıllardan beri “sahte kutuplaşmadan” nemalanan ve bu kutuplaşmayı sun’i gündemlerle tahrik eden bu istihbaratçı özentisi görgüsüz kalemler şu ân hiçbir şey yapmamış ve hiçbir hadisede sorumlulukları yokmuş gibi davranarak aradan sıyrılabileceklerini zannediyorlarsa da yanılıyorlar. Önümüzdeki günler bunların hesap verme günleri olacak.” “Metal yorgunluğu” bahanesi altında yaşanan tasfiyeler işte bu referandumda alınan neticenin hesabı niteliğinde olduğu gibi, yeni bir seçime de hazırlık mahiyetindedir. Bilindiği üzere AKP politikaları her kesimi ve hatta aileleri böldü, paramparça etti. İşine yarayacağını düşündüğü bu bölme politikaları ne gariptir ki AKP’nin de sonunu getirmiş gibi. Bu bölünmüşlük içinde her kesimin seviyesizleri ve mamacıları AKP etrafında öbeklenirken kendini satmayan idealistler “merkezî bir fikrin” birleştirici ve bütünleştirici misyonundan uzak Beştepe’ye karşı saf tuttular. BEŞTEPE’NİN MEŞRUİYET ARAYIŞLARI Etrafında toplanan seviyesizliğin kendisine oy kaybettirdiğini fark eden Beştepe, meşruiyetini başka yerlerde aramaya başladı. Bugüne geldiğimizde ilk önce 15 Temmuz’da attıkları can simidi, şimdi ise üstlendikleri payanda rolüyle Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek ekibinin desteğiyle ayakta durmaya çalışmakta. Bu can simidi ve payandalamanın karşılığı olarak da Beştepe’nin AKP’yi vereceği neredeyse kesinleşmiş durumda. Mevcut gelişmelere baktığımızda bundan sonraki süreçte AKP’nin en azından tabela partisi olacağı noktasında şüphe yok. 16 Temmuz’da AKP Genel Merkez binasına asılan M. Kemal posteri şimdiye kadar olanların en büyüğüymüş. Posterin asılmasından bugüne kadar da Beştepe’nin sağında Devlet Bahçeli ve ekibi solunda ise, Doğu Perinçek ve ekibi olmak üzere Kemalizm’in iki versiyonu oturmakta. Garip olan ise, 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan bu ilişkiyi kimsenin izah etmeye yanaşmaması. Sanki taraflar arasında “gizli bir anlaşma” var, bu anlaşmaya binaen de bu ilişkinin muhtevasına dair konuşmak herkese yasaklanmış gibi. Diğer taraftan ise, Beştepe’ye sırtını dayayanların bazıları Kemalizm’e sövmeye devam ederken, yine Beştepe’ye sırtını dayayan Kemalistler de en güçlü dönemlerini yaşamaya devam ediyorlar. Başka bir ifâdeyle şuan 28 Şubatçılar hedeflerine ulaşmış olarak iktidardalar. Hiç kimsenin bahsetmek istemediği konu da bu zaten. 28 Şubat’ta “birbirinin varlığını dileme” psikolojisi içerisinde bir zaman yürütülen “düşmanlık” ilişkileri şimdi, sanki “birbirine muhtaçlık” ilişkisine dönüşmüş durumda. Bunun yanında halâ çözülememiş meşruiyet sorununu da eklersek Beştepe etrafındaki bu görüntü iyice karmaşık bir hâle geldiğini görürüz. Kemalizm’in bu iki versiyonu üzerinden bir değerlendirme yapıldığında Beştepe’nin bırakın Kemalizim’le her hangi bir problemi olmasını, meşruiyetini orada aradığı dahi söylenebilir. Başka bir deyişle Beştepe’nin bazı Kemalistlerle problemi olmadığını söylemek, gerçeğin ifâdesi olacaktır. İKTİDAR VE ORTAKLARI ARASINDAKİ “MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ”NİN KAYNAĞI Bu ilişkinin MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ olduğunu kabul edersek, şunu da sormamız gerekir; Bu muhtaçlık nereden kaynaklanıyor? Bu sorunun cevabını doğru verebilmek için “28 Şubat süreci” ve o süreçte yaşananlar başta olmak üzere 15 Temmuz’u da tüm açıklığıyla masaya yatırmak gerekir ki, yaşadığımız şartlar itibariyle bu da pek mümkün olmadığına göre sadece satıhta bir değerlendirmeyle şimdilik cevabı yine 15 Temmuz’da arayacağız. “Fiilî durumu yasal hâle getirelim” “Fiilî durum” demek mevcut Anayasanın ve yasaların dışında cereyan eden durum demek; yani “yasa dışılık” anlamına kullanılan bir tabirdir her şeyden önce. Peki bu “fiilî durum” nasıl oluştu? Siyasî literatüre geçmiş ve herkesin hafızasında yer eden Devlet Bahçeli’ye ait bu söz, aslında 15 Temmuz’un perde arkası ve bugün yaşanan MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ hakkında bize ilk fikri vermektedir. 15 Temmuz’a kadar yasal olan neydi de 15 Temmuz’dan sonra yasa dışı – fiilî durum oldu? Tabiki SİYASÎ YÖNETİM, yani İKTİDAR. Bir yönetim ya düştüğü zaman yasa dışı olur ya da darbeyle geldiğinde; bu durum da ilk zamanlar için geçerli olup, daha sonra kendi iktidarını teşkil edebilir ve anayasasını yürürlüğe koyabilirse yasa dışı olmaktan kurtulur. Peki 15 Temmuz’da bunlardan hangisi oldu? Mevcut iktidar mı düştü, yoksa bir darbeyle yeni bir iktidar mı kuruldu? Ama şu kesin, ortada devlet-mevlet kalmadı. İster “ikinci Cumhuriyeti kuruyoruz” deyin, isterseniz de “yeni bir devletin temellerini atıyoruz” deyin, bu gerçek değişmeyecek. Temel soru ise ortada durmakta; Adeta yeniden kuruluş sürecini yaşadığımız bu dönemde, sıkışmışlıktan ve çepeçevre kuşatılmışlıktan ülke nasıl kurtulacak? Bu sorunun cevabıyla birlikte konuya devam edeceğiz. İlk yayın tarihi: 7 Ekim 2017

GÖZDEN KAÇAN BAĞLUM ZİYARETİ…

İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun haftalık olarak tefrika edilen Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinin yayınladığımız 324. bölümünün başlığı BAĞLUM (HER YERDE…) Başlığın hemen ardından Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Mayıs 1983 tarihli rüyası vesilesiyle “Bağlum” ve Abdülhakîm Arvasî ÜÇIŞIK Hazretleri etrafında yaptığı değerlendirmeleri, ilgili okuyucularımızın aşağıdaki haber eşliğinde tekrar ve dikkatle okumalarını tavsiye ederek, gözden kaçan/kaçırılan haberimize geçelim: Rusya Devlet Başkanı Putin’in Dış İlişkiler Başdanışmanı Alexander Dugin, darbe kalkışmasının olduğu gün (15 Temmuz 2016) Vatan Partisi’nin davetlisi olarak Ankara’ya geliyor. Aynı gün öğleden sonra Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Başkanı Dr. Hasan Cengiz ile birlikte Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Bağlum’daki mezarını ziyaret ediyor. Ziyaret sırasında Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in oğlu Mehmet Perinçek de Dugin’e eşlik ediyor. Ziyaret sonrasında AvazTürk haber sitesine röportaj* veren Alexander Dugin, Türk-Rus ilişkileri, yaşanan bölgesel gelişmeler yanında, Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin makamına yaptığı ziyaret ile ilgili olarak soruları cevaplıyor. Röportajda söz konusu ziyaret ile ilgili şunları söylüyor: “Avaztürk: Sayın Erdoğan’ın ısrarla belirttiği gibi Türkiye İslam ülkelerinin lideri ve hamisi olarak bir misyon yüklenme konumunda. Avrasya bloğu ülkeleri ve Rusya’nın bu konudaki görüşleri nelerdir. Dugin: Avrasya Bloğunun oluşmasında din olgusu birinci planda değildir. Halen ittifak içinde bulunduğumuz İran Şii dünyasının lideri konumundadır. Çin çok farklı din inanışları barındıran bir ülkedir. Biz İslam dünyasını dört farklı bölümde görüyoruz. Bunlar Şiilik, Sünnilik, Vahabilik ve sufi akımlardır. İslam dünyasındaki Vahabilik ve selefilik akımları tamamen Amerika’nın kontrol ettiği ve destekleyerek güçlendirdiği, yaydığı akımlardır. İran’ın liderliğini yaptığı Şiilik akımı ise bu Amerikan dayatması akımın karşısında denge unsuru oluşturan tek akımdır ve Şiilik akımı Rusya menfaatlerine en uygun ve Amerika’nın İslam dünyasını kontrol etme projesine karşı çıkan denge unsuru olması açısından en uygun akım olarak görülmekte ve desteklenmektedir. Ancak Şii ve Sünni akımlar arasında kesin bir çizgi vardır ve İran’ın Sünni İslam alanlarına etki etmesi bu ayrım sebebiyle mümkün değildir. Bu sebeple Amerika etkisi dışında bir Türkiye’nin sünni İslam aleminin liderliğini alması, halifeliğini yapması Rusya’nın desteklediği ve bu desteği her alanda göstermekten çekinmeyeceği bir durumdur. Sünni İslam’ın yaşandığı ülkelere Amerikan yanlısı Vahabilik ve selefilik akımının etki etmesindense Türkiye halifeliğindeki bağımsız bir Sünni İslam alemi Rusya’nın çıkarları ile örtüşmektedir. Bu sebeplerle Rusya Türkiye’nin islam halifeliği fikrini tam olarak desteklemektedir. Benim Ankara ziyaretlerim sırasında Büyük İslam alimi Abdulhakim Avrasi’nin mezarını ziyaret etmem ve kendi inanışıma göre dua etmem de bu mesajı içermektedir.” Din olgusu olsun ya da olmasın, Avrasya Bloğu, tarihî Rusya-Amerika çekişmesi ve/veya Emperyalizm gibi, belirli yönleriyle haklı ama bir taarruz için son derece zayıf kalacak temeller üzerine bina edilemez. Batı’ya niçin ve nasıl karşı olunması gerektiğinin izahı, ancak tutarlı bir ideoloji ile mümkündür. Bununla birlikte bu izah, “Türkiye’nin İslâm Halifeliği fikri” gibi tarihî dayanağı olan iddiaların da boş bir slogandan ve hamâsî bir mâzî yüceltmesinden ibaret kalmaması için de elzemdir. İdeolojisinin merkez mekânı olarak Anadolu özelinde “jeopolitik” anlayış olarak Asyacılığı işaretleyen Büyük Doğu-İBDA, yukarıdaki iki temel sualin de tutarlı bir bütünlük çerçevesinde cevabını vaz etmektedir. Dolayısıyla, ister kavim zaviyesinden bakılsın isterse din, bugün bölge halklarının Batı zihniyeti düşmanlığını mânâlı ve verimli kılacak tek dayanak noktası Büyük Doğu-İBDA’dır. Dugin’in, bu fikrin Mimarlarının büyüğü olan Abdülhakîm Arvâsî Üçışık Hazretleri’ni ziyareti de ancak bu anlayışla değerlendirilirse bir mânâ kazanır. Dugin’in AvazTürk’e verdiği söz konusu röportajın tamamını aşağıda alakalarınıza sunuyoruz. ADIMLAR ERDOĞAN-PUTİN GÖRÜŞMESİNİN PERDE ARKASI VE ALEXANDER DUGİN ÖZEL ROPÖRTAJI Türkiye-Rusya ilişkilerinde eskisinden daha yoğun bir yakınlaşmanın başladığı bu günlerde AVAZTÜRK, Kremlinin Derin Adamı Putin’in Dış Politika Baş Danışmanı Alexsander Dugin’e ulaştı. AVAZTÜRK’e özel röportaj veren Dugin, Türk-Rus yakınlaşmasına dair yürütülen çalışmaların detaylarından Suriye politikasında Türkiye ile Rusya arasında yaşanması muhtemel gelşmeler ve Türkmenler’in durumunu da anlattı. Ülkemizin yoğun gündemi arasında gerçekleşen Erdoğan, Putin görüşmesi tüm dünya kamuoyunda önemli bir yer teşkil etti. 24 Kasım 2015 de Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan ve karşılıklı restleşmelerle sürekli tırmanan Türkiye – Rusya gerginliği artık çözülemeyecek bir sorun olarak görülmeye başlanırken 15 Temmuz daki hain kalkışmanın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilk destek mesajının Putin’den gelmesi ve 9 ağustos’ta yapılan kritik görüşme gerilimin seyrini tam tersi istikamette değiştirdi. Artık Türkiye – Rusya ilişkilerinde eskisinden daha yoğun bir yakınlaşma, stratejik işbirliği sesleri duyulmaya başlandı. Türkiye’nin yeni ufuklar gözlediği bu gelişmelerin temelinde ise kamuoyunun tam olarak bilmediği çalışmalara Avaztürk ulaştı. Erdoğan – Putin görüşmesinden aylar önce kurulan iletişim ağları, aradaki buzların erimesine ve görüşme detaylarının sanılandan daha sıcak bir ortamda gerçekleşmesine sebep oldu. Bu görüşmenin alt yapısını hazırlayan iki kahramandan bahsetmek gerekir. Türkiye adına, Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Başkanı Dr. Hasan Cengiz ve Rusya adına Putin’in dış politikalar baş danışmanı Alexander Dugin. Avaztürk olarak bu çalışmaların detaylarını olayın ilk ağzından öğrendik ve Dugin’le yapılan özel röportajla konunun detaylarına indik. İlk olarak Alexander Dugin’in kim olduğunu ve bu işbirliği projesinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu anlamamız gerekir. Dugin, KGB Başkan yardımcısı korgeneral bir baba ve felsefe profesörü bir annenin oğlu. Mühendislik eğitiminden sonra uluslararası ilişkiler konusunda eğitimine devam etmiş ve bu alanda Rusya’nın en önemli akademisyenlerinden. Halen Rus Devlet Üniversitesinde kürsü başkanı. Aynı zamanda bir filozof. Adı ilk olarak Boris Yeltsin’in Amerikan yanlısı politikalarına gösterdiği sert muhalif duruşla duyurmuş bir Rus milliyetçisi. Bu muhalif durumuyla Putin’in ilgisini çekmiş ve Putin’in iktidara gelmesiyle milletvekili olarak Rus parlementosuna girmiş. 90’lı yıllarda Rusya’da ilk kıvılcımlarını gösteren Avrasyacılık akımının kurucusu ve fikir babası. Avrasyacılık akımının en ateşli öğrencisi de Putin. Putin’ in devlet başkanı olmasından itibaren Avrasyacılık akımının dinamikleri üzerine kurulu Rus dış politikasını belirleyen kişi. Aynı zamanda, Rus derin devletinin, istihbarat ve ordu üzerinde güç sahibi karar verici üyelerinden birisi. Oldukça koyu bir ortodoks ve Rus Provoslav kilisesinin de danışmanlığını yapıyor. Rusya’nın en medyatik isimlerinden birisi. Putin’in de gayri resmi ortağı olduğu Rus Tsargrad televizyonu gibi birçok medya kuruluşunun sahibi. Rusya’nın resmi politikası haline gelen Antiamerikancılık akımının en ateşli savunucularından olması Dugin’i CİA’nın hedefi haline getirmiş, ünlü Amerikalı stratejist ve politika uzmanı Sigmunt Bzejinski’nin sık sık hedef gösterdiği bir Amerika düşmanı olmuştur. Bu aşamada Dugin’in kurduğu ve Rusya’nın resmi dış politikası haline gelen Avrasyacılık akımını da irdelemek önemli. SSCB’nin dağılmasıyla soğuk savaş dengelerinin bozulması Amerika’yı dünyanın tek süper gücü haline getirdi. Bozulan dünya dengesinde Amerika dünya jandarması rolüne soyunarak kendi menfaatleri için istediği yeri işgal edip sömürür bir hale geldi. Bunun tüm dünya ülkeleri için önemli bir tehlike olduğunu düşünen Dugin, kurduğu Avrasyacılık akımıyla yeni bir denge unsurunun oluşmasını hedefledi. Çok kutuplu bir dünyanın daha güvenli bir yer olacağı teziyle tek süper güç olan Amerika’nın karşısında, Rusya, Çin, İran ve Türkiye’nin başını çektiği Avrasya ittifakını kurarak dengenin sağlanabileceği tezini savundu. Malum Rusya, Çin ve İran arasında kuvvetli bir ortaklık var ama ABD güdümlü Nato’nun karşısında denge unsuru olacak Avrasya bloğunun olmazsa olmazı Türkiye’nin bloğa katılması. Türkiye jeopolitik konumu, en önemli ticaret yollarının üzerinde olması, Türki cumhuriyetlere liderlik yapabilecek potansiyelinin bulunması ve sünni islam dünyasının da lideri olabilecek altyapısının bulunması Türkiye’yi kurulmak istenen bu bloğun vazgeçilmez ülkesi haline getiriyor. Görüşme öncesi yapılan hazırlık aşamasının Türkiye ayağını ise Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Başkanı Dr. Hasan Cengiz yürüttü. Hasan Cengiz de uluslararası ilişkiler uzmanı ve Think tank amaçlı sivil toplum kuruluşu olarak kurmuş olduğu AYYB ile orta asya, afrika ve arap ülkelerinde oldukça yoğun teşkilatlanma ve ilişkiler ağı oluşturmuş. Bu ülkelerde yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği verileri rapor halinde devlet kademelerine ve siyasilere aktararak önemli bir hizmeti gönüllü olarak yürütüyor. 9 Ağustos da gerçekleşen Erdoğan – Putin görüşmesinin alt yapısını kronolojik olarak anlatmamız gerek. 24 Kasım krizinden sonra bozulan ilişkiler karşılıklı restleşme ve yaptırımlarla daha kötüye gidiyor. Gerilimin zirvede olduğu Mart ayında Avrasya Yerel Yönetimler Birliği başkanı Hasan Cengiz’in girişimleri ile Alexander Dugin Türkiye’ye davet edildi. Bağlum’da AYYB Kültür evinde Dugin ile cumhurbaşkanının yakın çevresinde bulunan danışmanları arasında gizli toplantılar organize edildi. Bu toplantıların ana konusu 24 Kasım’da düşürülen Rus uçağının, Türkiye – Rusya ilişkilerini sabote etmek için bilinçli olarak düşürüldüğü, bunun CIA’in bir provakasyon eylemi olduğu, bu provakasyonda Türk Hava Kuvvetleri içine Fetö üyesi pilotların tetikçi olarak kullanıldığı, uçak düşürme eyleminin Türk hükümeti ve Cumhurbaşkanının emri veya politikası dahilinde olmadığı ve Türkiye’nin kesinlikle bir Rus düşmanlığı politikası izlemediği anlatıldı. Bu konuda elde edilen veri ve belgeler Putin’e iletilmek üzere Dugin’e verildi. Başlatılan diyalog ortamından sonra Dugin, Rusya’ya döndü ve konuşulan konuları Putin’e iletti. Sahibi olduğu Tsargrad televizyonunda yaptığı programlarla Rus kamuoyunda olayın iç yüzünün anlaşılması için çalıştı. Putin’i bu konuda ikna edebilmek için Türkiye karşıtı grupları elimine etti. Rus istihbaratının da bu konuda hazırladığı raporlar Putin’e iletildi. Dugin Rusya’da bu çalışmaları yürütürken Hasan Cengiz de orta asya teşkilatları vasıtasıyla Rusya üzerinde bazı lobi faaliyetlerine başladı. Azerbaycan İstihbarat yetkilisi Hayal Samedov’un çalışmaları ile Azerbaycan ve Kazakistan devlet kurumlarında ve buralardaki sivil toplum kuruluşlarının Rusya nezdinde yapılan lobi çalışmalarıyla Putin’in ikna olması sağlandı. Yapılacak olan Erdoğan – Putin görüşmesinin alt yapısı Kamu Güvenliği Müsteşarlığının da katılımıyla bu görüşmelerle çizilmeye başlandı. 14 Temmuz 2016’da Dugin tekrar Türkiye’ye geldi. Türk istihbarat yetkilileriyle Bağlum Kültür evinde özel toplantılar yaptı. AK Parti İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklı’nın çalışma ofisinde 15 AKP milletvekiliyle yapılan toplantılar sonrasında Çankaya’da bir restoranda, Dugin ve Hasan Cengiz, Türkiye – Rusya ilişkilerinin düzeltilmesi için yapılan çalışmalarla ilgili bir ortak basın toplantısı yaptı. Bu basın bildirisinde 9 ağustosta yapılacak görüşmenin ip uçları verildi ve ilişkilerin 24 Kasım krizinde önceki dönemden daha iyi bir hale getirilmek istendiği anlatıldı. Basın toplantısı sonrası Alexander Dugin, Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmede Türk – Rus ilişkilerinin ortak menfaatler ışığında düzeltilmesi, Ortadoğu ve Kırım krizlerinde ortak menfaatler doğrultusunda hareket etmenin gerekliliği konuşuldu. 15 Temmuz da Bağlum kültür evinde yapılan kahvaltı toplantısına ise yine Türk istihbarat yetkilileri katıldı. Dugin Amerika ve Batı dünyasının Türkiye demokrasisi ve toprak bütünlüğünü hedef alan politikalar içinde olduğunu somut örnek ve delillerle ifade etti. Türkiye’de demokrasi karşıtı bir darbenin çok yakın olduğu ve bunun en üst düzeyde dile getirilip gerekli önlemlerin alınması gerektiğini ifade etti. Rus istihbaratının da darbe girişimi konusunda hareketlenmeler olduğu raporlarını vermesi üzerine durumun acil olarak cumhurbaşkanına iletilmesi için girişimler yapıldı ancak 15 Temmuz sabahı itibariyle darbe girişimi hareketliliği konusunda bilgilendirme çabaları Cumhurbaşkanlığına sızmış Fetö mensupları tarafından engellendi. Bunun üzerine durumun aciliyeti de göz önüne alınarak Ankara Büyükşehir Beldiye Başkanı Melih Gökçek’e ulaşıldı. Melih Gökçek, Alexander Dugin ve Hasan Cengiz’in katıldığı bir toplantıda durum anlatıldı. Ancak erken saatlerde haber alınan darbe girişimi Melih Gökçek’in de çabalarına rağmen engellenemedi ve akşam saatlerinde Fetö’nün asker üniformasına girmiş teröristleri hain saldırıları gerçekleştirdi. Başarısız kalkışmanın ardından Alexander Dugin, sahibi olduğu Tsargrad Televizyonunun muhabirlerini Türkiye’ye göndererek 3 saatlik bir belgesel çekimi yaptırdı. Bu belgeselde Fetö / Pdy terör örgütü tanıtıldı. Rus kamuoyunda başarısız kalkışmanın detayları anlatılarak Türk halkı ve devletinin bu saldırı sonrası daha güçlü bir halde ayakta durduğu vurgulandı. Belgeselde, Hasan Cengiz, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak, Osman Gökçek ve bazı Fetö mağdurlarıyla röportajlar yapıldı. Bu belgeselin ilk bölümü Tsargrad televizyonunda 8 Ağustos ve görüşmenin gerçekleştiği 9 Ağustos tarihlerinde yayınlandı. Görüşme öncesinde 4 Ağustos tarihinde Alexander Dugin 3. Kez Türkiye’ye geldi. 9 Ağustosta yapılacak Erdoğan – Putin görüşmesinin en olumlu şekilde geçmesinin sağlanması ve görüşme sırasında konuşulacak alt başlıkların netleşmesi için bazı görüşmeler yaptı. Melih Gökçek ve Burhan Kuzu ile yapılan görüşmeler sonrasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile toplantı yapıldı. Bu toplantıda Dugin, Putin’in özel mesajlarını iletti ve yapılacak toplantıya ilişkin dosyaların karşılıklı paylaşımı yapıldı. Tüm bu ön çalışmalar 9 Ağustos 2016 tarihinde gerçekleşen Erdoğan – Putin görüşmesinin oldukça başarılı bir şekilde gerçekleşmesini sağladı. Avaztürk olarak Rusya Dış Politikalar Baş Danışmanı Alexander Dugin ile özel bir söyleşi yaptık ve Türkiye – Rusya ilişkilerinin durumunu Rusların gözüyle anlamaya çalıştık. Avaztürk: Sizce Türkiye Rusya ilişkileri neden kötü bir duruma geldi. Dugin: Amerika’nın kendi menfaatleri doğrultusunda oluşturmaya çalıştığı Yeni Dünya düzeninde Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını sömürebilmesi için önce iç karışıklıkları provake edip sonra bu bölgelere müdahale adı altında işgal ediyor. Darbelerle kendi menfaatlerine çalışacak iktidarlar oluşturuyor. Amerika’nın bu planı kapsamında kendi kontrolü dışında bir Türkiye’nin olması planlarının en büyük tehtidi. Türkiye’nin de kendi istekleri dışında politikalar belirleyebilmesinin de en önemli faktörü Rusya ve Şangay beşlisi ile kuracağı olumlu diyaloglar. Amerika planı kapsamında kendisine tam itaat edecek bir iktidarın başa gelmesi için uzun zamandır hazırlığını yaptığı Fetullah Gülen hareketi ile darbe planlarını harekete geçirdi. Bu darbenin hazırlık aşamasında olası bir Türkiye – Rusya ittifakını bozmak ve Rusya desteğini engellemek için Suriye’de ilişkileri bozma yönünde eylemlerde bulundu. Bu eylemlerden en önemlisi de Rus savaş uçağının düşürülmesiydi. Zaten anlaşıldı ki rus uçağının düşürülmesi Türk ordusu içine sızmış Fetö militanlarınca yapıldı. Avaztürk: Kurucusu olduğunuz Avrasyacılık akımı ve kurulmasını hedeflediğiniz Avrasya bloğunda Türkiye’nin yeri nedir. Türkiye’nin bu ittifaka katılması durumunda Nato ve Avrupa Birliği nezdinde ki pozisyonu nasıl olur. Dugin: Biz Rusya olarak, Türkiye’nin Amerika güdümündeki Nato ve Avrupa Birliğinden uzaklaşmasını ve kurulacak Avrasya bloğunun karar verici mekanizmalarından birisi haline gelmesini arzu ediyoruz. Zaten bu başarısız kalkışmayla görüldü ki Amerika, Türkiye’nin müttefiki gibi değil onu işgal etmek için yol arayan bir güç gibi davranıyor. Avrupa Birliği de zaten bir Hristiyan topluluğu ve Türkiye’yi Müslüman bir ülke olarak birliğe katmamak için her zorluğu çıkarıyor. Avaztürk : Sayın Erdoğan’ın ısrarla belirttiği gibi Türkiye İslam ülkelerinin lideri ve hamisi olarak bir misyon yüklenme konumunda. Avrasya bloğu ülkeleri ve Rusya’nın bu konudaki görüşleri nelerdir. Dugin: Avrasya Bloğunun oluşmasında din olgusu birinci planda değildir. Halen ittifak içinde bulunduğumuz İran Şii dünyasının lideri konumundadır. Çin çok farklı din inanışları barındıran bir ülkedir. Biz İslam dünyasını dört farklı bölümde görüyoruz. Bunlar Şiilik, Sünnilik, Vahabilik ve sufi akımlardır. İslam dünyasındaki Vahabilik ve selefilik akımları tamamen Amerika’nın kontrol ettiği ve destekleyerek güçlendirdiği, yaydığı akımlardır. İran’ın liderliğini yaptığı Şiilik akımı ise bu Amerikan dayatması akımın karşısında denge unsuru oluşturan tek akımdır ve Şiilik akımı Rusya menfaatlerine en uygun ve Amerika’nın İslam dünyasını kontrol etme projesine karşı çıkan denge unsuru olması açısından en uygun akım olarak görülmekte ve desteklenmektedir. Ancak Şii ve Sünni akımlar arasında kesin bir çizgi vardır ve İran’ın Sünni İslam alanlarına etki etmesi bu ayrım sebebiyle mümkün değildir. Bu sebeple Amerika etkisi dışında bir Türkiye’nin sünni İslam aleminin liderliğini alması, halifeliğini yapması Rusya’nın desteklediği ve bu desteği her alanda göstermekten çekinmeyeceği bir durumdur. Sünni İslam’ın yaşandığı ülkelere Amerikan yanlısı Vahabilik ve selefilik akımının etki etmesindense Türkiye halifeliğindeki bağımsız bir Sünni İslam alemi Rusya’nın çıkarları ile örtüşmektedir. Bu sebeplerle Rusya Türkiye’nin islam halifeliği fikrini tam olarak desteklemektedir. Benim Ankara ziyaretlerim sırasında Büyük İslam alimi Abdulhakim Avrasi’nin mezarını ziyaret etmem ve kendi inanışıma göre dua etmem de bu mesajı içermektedir. Avaztürk: Suriye krizinde Rusya’nın tavrı, akrabalarımız olan Türkmen’lerin Rus uçaklarının bombardımanına tutulması büyük tepki aldı. Ayrıca Beşar Esed’in Rusya tarafından desteklenmesi de Suriye krizinde Türkiye – Rusya arasındaki anlaşmazlıklar olarak görünüyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir. Dugin: Suriye, Hafız Esed döneminden beri Rusya’nın önemli bir müttefiki olmuştur. Suriye’de konuşlanmış Rus askeri üsleri, Amerikan hegemonyasının kırılması, Rus ordusunun Akdeniz ve sıcak denizlerdeki etki ve denge unsurunu oluşturması açısından oldukça önemlidir. Zaten bu sebeple Amerika, Suriye’de iç karışıklığın çıkmasını ve kendi kontrollerinde bir iktidarın başa geçmesini istemiştir. Bizim için önemli olan tam bağımsız bir Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumasıdır. Rusya’nın Türkmen’lerle bir sorunu yoktur. Rusya’nın buradaki müdahale amacı Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı yapılan saldırıları savuşturmak amaçlıdır. Bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulması da Rusya menfaatlerine ters düşmektedir. Suriye konusunda Türkiye ile ortak hareket edilerek bölgede huzurun ve demokrasinin teşkil etmesi sağlanabilir. Suriye konusunda Türkiye ile Rusya’nın menfaatleri asla ters değildir. Avaztürk: Son olarak söyleyeceğiniz bir şey var mı? Dugin: 9 Ağustos’da yapılacak görüşme iki ülkenin de menfaatleri açısından çok önemli bir başlangıç ancak aynı zamanda çok zorlu bir mücadelenin de başlangıcı. Bu aşamadan sonra ilişkilerin iyileşmesini engellemeye çalışacak Amerikan yanlıları ile mücadelenin başlangıcı. Sırbistan örneğinde olduğu gibi ilişkiler en iyi seviyeye getirilmişken CIA’nın yaptığı yeraltı çalışmaları ile ilişkiler takıldı. Türkiye – Rusya ilişkilerinin de geldiği son durumda daha ileriye gidilmesi için bu engellemelere karşı hazırlıklı ve dikkatli olunması gerekiyor. (*) ALİ OSMAN ZOR, KUMANDAN SALİH MİRZABEYOĞLU’NUN 29 KASIM 2015’TEKİ TARİHİ KONFERANSI’NDA NOS TV’YE KONUŞTU: İSLAM BİRLİĞİ BİR ŞEKİLDE KURULACAK!