PAYANDA “MUHALEFET” – Ali Osman ZOR

PAYANDA “MUHALEFET” Ali Osman ZOR Yıkılmış bir iktidar geçici bir süre için de olsa yıkılmamış gibi gösterilebilir mi? Çok sık görülmese de tarihte benzer durumlar yaşanmıştır. Kanunî Sultan Süleyman Zigatver seferinde vefat ettiği hâlde, ölümü 43 gün boyunca Sokullu tarafından Yeniçeri’den gizlenmiştir. Kâh payandalarla kâh benzerini yerine oturtarak bu vefatı gizlemeyi başaran Sokullu, iktidarın 2. Selim’e devrini gerçekleştirmiştir. Eğer ki Yeniçeri Kanunî’nin vefatını öğrenseydi, muhakkak ki bir iktidar bunalımı baş gösterecekti. Veya iktidarı devralacak başka bir güç olsaydı bu süreçte iktidar el değiştirebilirdi. Yakın siyasî tarihe baktığımızda, bir hamleyle iktidardan uzaklaştırılıp daha sonra karşı hamleyle tekrar iktidarı ele geçiren yönetimler mevcut; ancak devrildiği hâlde, “muhalefet” tarafından payandalanarak “devrilmemiş” gibi gösterilen ve devrildiği hâlde hâlâ “meşru ve hukuki bir yönetim” gibi iş başında kalabilen bir misâl aklımıza gelmiyor. Anlaşılmasında hiçbir güçlük olmayan şu basit gerçeğe dikkat; muhalefetin ana ve aslî görevi iktidarı elinde tutan yönetimi devirip veya iktidardan uzaklaştırıp onun yerine iktidar olmaktır. Gerek demokratik yollar, gerekse olağanüstü şartlar sırasında oluşan fırsatlarda gerçek bir muhalefetin gözü daima İktidar mekanizmasındadır. Hem “iktidarsız” olup hem de muhalif olunmaz. “Karar alma” ve “emir verme” mekanizmasını elinde tutan yönetimle önce iktidarı paylaşıp daha sonra onu iktidardan uzaklaştırmak da mümkündür. Ama, devrilmiş bir yönetimi, onun yerine iktidarı almak dururken tekrar iş başına getirmek ayrı bir kategorik değerlendirmeye tabi tutulmalı. Toplum ikiye bölünmüşse, bu bölünmenin müsebbibi olan liderlik sahte kutuplaşmalarla bölünmeyi derinleştiriyor ve toplumu güçsüzleştirmeye devam ediyorsa, üstüne üstlük bir hamleyle devrildiği hâlde tekrar iktidar altın tepsi içinde ona hediye edilmişse, orada iktidara talip “gerçek muhalefet”ten söz etmek mümkün değildir. Devrilmiş bir liderliği payandalayarak iktidarda tutan muhalefet, ilk önce kendisine ümit bağlamış kitlelere ihanet içinde demektir; bu durumda da payanda olduğu iktidarla birlikte onun da tekrardan “devrilmesi” gerekir. Çünkü kitlelerin talebiyle iktidar arasında, iş başındaki yönetim lehine tampon görevi görmektedir. Bu durumda “payanda” görevini üstlenmiş “muhalefet”e yapılacak hamle doğrudan iktidara yapılmış sayılır. MUHALEFET DERKEN NE ANLIYORUZ? Kitlelerin, iktidara karşı arkasında mevzilendiği siyasî yapılardır. Bu siyasî yapılar sisteme entegre ise, bunlara gerçek muhalefet değil, “sistem içi muhalefet” denir. Fakat, bu sistem içi muhalefet çoğu zaman kitlelerin iktidara karşı büyüttükleri “yıkıcı öfkelerini” DUVAR fonksiyonu görerek absorbe ederler; “şeklî demokrasi”lerde oyun böyle oynanıyor. İster “kötü dikatatörlük”lerde, isterse “şeklî demokrasi”lerde olsun gerçek muhalefet ise, her fırsatta sistem tarafından tehdit, şantaj, hapsetme, itibarsızlaştırma ve öldürme yöntemleriyle tasfiye edilmeye çalışılır. Gerçek muhalefet tarafından şiddetin metod olarak kullanılmasının gündeme geldiği nokta tam da bu tasfiyeye “direnme” iradesinin ortaya çıktığı ândır. Burada bu konuya şimdilik “nokta” koyarak devam edelim. “Yıkıcı” duyguların şuuruna varan öfkeli kalabalıklar, arkasında mevzilendikleri siyasî yapıların bu duygularına tercüman olmadıklarını anladıkları ân, bu duygularını iktidara ulaştırabilmek için arkasında mevzilendikleri siyasî yapıların önlerine geçmek zorundadırlar. Bunun da tek yolu “muhalif” görüntü altında iktidarı güçlendiren veya ona “payanda” görevi üslenen bu siyasî yapıları etkisizleştirmektir. Yeni bir siyasî yapının, yani “gerçek muhalefet”in İHTİYAÇ olarak kendini dayattığı nokta da burasıdır. Tüm kesimler adına söylenebilir ki, bu ihtiyaca cevap verilemesin diye “yıkıcı” duygularla yola çıkan gerçek muhalif olma istidadı taşıyan hareketler iktidar tarafından tasfiye edilirken, aynı ânda bu hareketlerin sahte tarafından benzerlerine de alan açılır. Bir yayın organı veya her hangi sivil toplum örgütüyle hedefi İKTİDAR olan siyasî hareketler arasındaki farka da dikkat etmek lazım. Bir yayın organı veya bir sivil toplum örgütü baskı grubu olarak ne kadar etkili olursa olsun, iktidarı hedefleyen bir siyasî yapının önemine sahip olamaz. İktidarı hedefleyen bir siyasî hareketin muhatabı iktidar ve iktidar çevresinde aranır. Bu açıdan bakıldığında sahtesine yer açmak için iktidar tarafından gerçeğinin tasfiye edilmesi ve sahtenin iktidara ortak edilmesi GERÇEK Muhalefetin hedefini belirler. Muhalefetin, hileli yollar veya gizli anlaşmalar kapsamında iktidarlarla beraber olup ama, bu beraberliğini sanki halâ “muhalefetmiş gibi” gizlediği dönemlerde, kandırılmış ve ihanete uğramış her kesimin, “gizli iktidar” olmuş kendi sahtesini hedefe oturtması, iktidarı hedef almasıyla aynıdır. Binlerle ifâde edilebilecek sosyal bir organizasyondan siyasî bir hareketi ayıran husus, siyasî hareketin iktidara talip olması ve faaliyetlerini iktidar çevresinde örgütlemesidir; isterse bu siyasî hareket üç kişiden müteşekkil olsun. İster “şeklî demokrasiler”, isterse de devrim hareketleri söz konusu olduğunda siyasî bir hareketin muhalefetteyken hedefi iktidara gelmek ve bütün faaliyetlerini bu hedef doğrultusunda örgütlemektir. Bu hedef ona hem “muhalif” olma özelliği kazandırır hem de “siyasî” niteliği devam eder. Anlaşılıyor ki, bir siyasetin “gerçek muhalefet”i temsil edip etmediği “iktidarı ele geçirme” şartları ortaya çıktığında kendini gösterir. Başka bir deyişle “gerçek muhalefetin” görevi “iktidarı ele geçirme” şartlarını hazırlamak veya bu şartlar tahakkuk ettiğinde iktidarı almak için harekete geçmektir. Burada Kumandan Mirzabeyoğlu’nun “Direne direne mahkûm olmak değil, hâkim olmanın şartları”na erişmeye çalışan muhalefetten bahsediyoruz. Bir kaç defa ifâde ettiğimiz üzere, muhalefetin görevi iktidarı ele geçirmektir. 15 TEMMUZ SONRASI TASFİYELER VE SIRASINI BEKLEYENLER “Vur patlasın çal oynasın” devri aslında 15 Temmuz öncesi bitmişti. 15 Temmuz’da ve arkasından yapılan 16 Nisan referandumunda bu bitiş sadece açığa çıktı. Referandum sonrası ilk değerlendirmemizde Erdoğan’ın “reisçiler”i tasfiye edeceğini söylemiş, referandum sonucunu onların üzerine yıkacağını iddia ederek şu görüşleri dile getirmiştik: “Gerilim politikası”yla yürütülen bir referandum sürecinin sonucunda ortaya çıkan “çatışma” ve “bölünme” görüntüsü muhakkak ki dünden bugüne oluşmadı. 2002’den beri yürütülen politikaların birikimi üzerine 16 Nisan sadece bir sonuçtu. Tahmin edilebilir bu netice Beştepe tarafından hesap edilemedi mi? Eğer edilemediyse, Erdoğan bunun suçunu vakıf ve derneklerden devşirdiği danışman ordusunda ve milyonlarca dolar harcayarak beslediği sözde ülke menfaatini özde ise kendi menfaatini önceleyen rengârenk kalemşör çetesinde aramalı. Hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan düşman üreten ve çoğaltan Beştepe etrafına öbeklenen ve belli ki çocuklukları AJAN olma hayâliyle geçmiş “gazetecilik”ten başka her işi yapan kiralık kalemler, hem bu bölünmüşlüğün hem de % 50 HAYIR’ın baş müsebbipleridir. Yıllardan beri “sahte kutuplaşmadan” nemalanan ve bu kutuplaşmayı sun’i gündemlerle tahrik eden bu istihbaratçı özentisi görgüsüz kalemler şu ân hiçbir şey yapmamış ve hiçbir hadisede sorumlulukları yokmuş gibi davranarak aradan sıyrılabileceklerini zannediyorlarsa da yanılıyorlar. Önümüzdeki günler bunların hesap verme günleri olacak.” “Metal yorgunluğu” bahanesi altında yaşanan tasfiyeler işte bu referandumda alınan neticenin hesabı niteliğinde olduğu gibi, yeni bir seçime de hazırlık mahiyetindedir. Bilindiği üzere AKP politikaları her kesimi ve hatta aileleri böldü, paramparça etti. İşine yarayacağını düşündüğü bu bölme politikaları ne gariptir ki AKP’nin de sonunu getirmiş gibi. Bu bölünmüşlük içinde her kesimin seviyesizleri ve mamacıları AKP etrafında öbeklenirken kendini satmayan idealistler “merkezî bir fikrin” birleştirici ve bütünleştirici misyonundan uzak Beştepe’ye karşı saf tuttular. BEŞTEPE’NİN MEŞRUİYET ARAYIŞLARI Etrafında toplanan seviyesizliğin kendisine oy kaybettirdiğini fark eden Beştepe, meşruiyetini başka yerlerde aramaya başladı. Bugüne geldiğimizde ilk önce 15 Temmuz’da attıkları can simidi, şimdi ise üstlendikleri payanda rolüyle Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek ekibinin desteğiyle ayakta durmaya çalışmakta. Bu can simidi ve payandalamanın karşılığı olarak da Beştepe’nin AKP’yi vereceği neredeyse kesinleşmiş durumda. Mevcut gelişmelere baktığımızda bundan sonraki süreçte AKP’nin en azından tabela partisi olacağı noktasında şüphe yok. 16 Temmuz’da AKP Genel Merkez binasına asılan M. Kemal posteri şimdiye kadar olanların en büyüğüymüş. Posterin asılmasından bugüne kadar da Beştepe’nin sağında Devlet Bahçeli ve ekibi solunda ise, Doğu Perinçek ve ekibi olmak üzere Kemalizm’in iki versiyonu oturmakta. Garip olan ise, 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan bu ilişkiyi kimsenin izah etmeye yanaşmaması. Sanki taraflar arasında “gizli bir anlaşma” var, bu anlaşmaya binaen de bu ilişkinin muhtevasına dair konuşmak herkese yasaklanmış gibi. Diğer taraftan ise, Beştepe’ye sırtını dayayanların bazıları Kemalizm’e sövmeye devam ederken, yine Beştepe’ye sırtını dayayan Kemalistler de en güçlü dönemlerini yaşamaya devam ediyorlar. Başka bir ifâdeyle şuan 28 Şubatçılar hedeflerine ulaşmış olarak iktidardalar. Hiç kimsenin bahsetmek istemediği konu da bu zaten. 28 Şubat’ta “birbirinin varlığını dileme” psikolojisi içerisinde bir zaman yürütülen “düşmanlık” ilişkileri şimdi, sanki “birbirine muhtaçlık” ilişkisine dönüşmüş durumda. Bunun yanında halâ çözülememiş meşruiyet sorununu da eklersek Beştepe etrafındaki bu görüntü iyice karmaşık bir hâle geldiğini görürüz. Kemalizm’in bu iki versiyonu üzerinden bir değerlendirme yapıldığında Beştepe’nin bırakın Kemalizim’le her hangi bir problemi olmasını, meşruiyetini orada aradığı dahi söylenebilir. Başka bir deyişle Beştepe’nin bazı Kemalistlerle problemi olmadığını söylemek, gerçeğin ifâdesi olacaktır. İKTİDAR VE ORTAKLARI ARASINDAKİ “MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ”NİN KAYNAĞI Bu ilişkinin MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ olduğunu kabul edersek, şunu da sormamız gerekir; Bu muhtaçlık nereden kaynaklanıyor? Bu sorunun cevabını doğru verebilmek için “28 Şubat süreci” ve o süreçte yaşananlar başta olmak üzere 15 Temmuz’u da tüm açıklığıyla masaya yatırmak gerekir ki, yaşadığımız şartlar itibariyle bu da pek mümkün olmadığına göre sadece satıhta bir değerlendirmeyle şimdilik cevabı yine 15 Temmuz’da arayacağız. “Fiilî durumu yasal hâle getirelim” “Fiilî durum” demek mevcut Anayasanın ve yasaların dışında cereyan eden durum demek; yani “yasa dışılık” anlamına kullanılan bir tabirdir her şeyden önce. Peki bu “fiilî durum” nasıl oluştu? Siyasî literatüre geçmiş ve herkesin hafızasında yer eden Devlet Bahçeli’ye ait bu söz, aslında 15 Temmuz’un perde arkası ve bugün yaşanan MUHTAÇLIK İLİŞKİSİ hakkında bize ilk fikri vermektedir. 15 Temmuz’a kadar yasal olan neydi de 15 Temmuz’dan sonra yasa dışı – fiilî durum oldu? Tabiki SİYASÎ YÖNETİM, yani İKTİDAR. Bir yönetim ya düştüğü zaman yasa dışı olur ya da darbeyle geldiğinde; bu durum da ilk zamanlar için geçerli olup, daha sonra kendi iktidarını teşkil edebilir ve anayasasını yürürlüğe koyabilirse yasa dışı olmaktan kurtulur. Peki 15 Temmuz’da bunlardan hangisi oldu? Mevcut iktidar mı düştü, yoksa bir darbeyle yeni bir iktidar mı kuruldu? Ama şu kesin, ortada devlet-mevlet kalmadı. İster “ikinci Cumhuriyeti kuruyoruz” deyin, isterseniz de “yeni bir devletin temellerini atıyoruz” deyin, bu gerçek değişmeyecek. Temel soru ise ortada durmakta; Adeta yeniden kuruluş sürecini yaşadığımız bu dönemde, sıkışmışlıktan ve çepeçevre kuşatılmışlıktan ülke nasıl kurtulacak? Bu sorunun cevabıyla birlikte konuya devam edeceğiz. İlk yayın tarihi: 7 Ekim 2017

TÜRKBİNER’İN TV5’DEKİ AÇIKLAMALARININ METNİ

ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Sözcüsü, Gönüldaşımız Cem TÜRKBİNER’in, 9 Eylül 2014 Salı günü konuk olduğu TV5 Televizyonu’nda “Günden Yansıyanlar” programının sunucusu Kadir Öztürk’e yaptığı açıklamalar: Kadir Öztürk: Günden Yansıyanlar’da gündemi konuşuyoruz. Elbette ki Türkiye’nin birçok gündemi var. Hem uluslararası gündem, hem de Türkiye’nin farklı gündemleri. Yalnız bizim biraz daha özel olarak tutup çektiğimiz gündemlerden bir tanesi düşünceyle ilgili. Özellikle 28 Şubat sürecinde yaşanan mağduriyetlerle ilgili hassasiyetimiz TV5 ekranlarını takip edenler tarafından biliniyor. Bu anlamda Salih İzzet Erdiş, kamuoyunun bildiği, sizin bildiğiniz adla Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili geçtiğimiz günlerde, yaklaşık iki ay önce -49 gün önce- bir tahliye kararı çıkmıştı: “Yeniden yargılanma”… 16 yıl aradan sonra “yeniden yargılama kararı” çıkmış Salih Mirzabeyoğlu’nun kendisi de tahliye edilmişti Bolu’dan. Biz de bunlarla ilgili gelişmeleri sizlere aktarmıştık sürekli olarak. Yalnız dün kendisiyle ilgili, kendisinin de dâhil olduğu başka bir dava ile ilgili bir infaz, daha doğrusu tutuklama kararı çıktı. “İnfazın devamı” ile ilgili bir karar çıktı. Bu konuyu bu bölümde konuşacağız… Değerli bir konuğumuzla birlikte… Adımlar Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Sözcüsü Cem Türkbiner şu ânda konuğumuz… Hoş geldiniz. Cem Türkbiner: Hoş bulduk. Kadir Öztürk: Teşekkür ediyoruz. Kolaylıklar diliyoruz. Cem Türkbiner: Biz teşekkür ederiz. Kadir Öztürk: Salih İzzet Erdiş… Salih Mirzabeyoğlu dediğimiz zaman biraz daha net bir şekilde kamuoyu, izleyicilerimiz hatırlayacaktır… Dünkü kararla ilgili -hemen başlayalım- düzeltilmesi gereken bir nokta var. Kamuoyuna yansıdığı şekliyle. Bununla birlikte başlayalım… Evet buyurun. Cem Türkbiner: Evet, bugün özellikle gazetelerdeki haberde bir düzeltme yapmamız gerekiyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun iki tane davası var. Bu “yeniden yargılama”, yani tahliye edildiği, serbest bırakıldığı… Kadir Öztürk: 49 gün önce. Cem Türkbiner: 49 gün önce serbest bırakıldığı davası ana davası… Metris’te 1999 yılının sonlarındaki isyan davasının karşılığı olarak tutuklama kararı çıktı. Bu iki dava birbirinden farklı… Yani yeniden yargılama kararı verilen ana davasının bir karşılığı olarak çıkmadı bu tutuklama kararı. Onu düzeltmek istiyorum. Kadir Öztürk: Yani iki farklı dava var. Cem Türkbiner: İki farklı dava var. Kadir Öztürk: Kamuoyunda böyle bir yanlış bilgi var. Mesela hemen önümde birkaç haber var. Mesela deniyor ki, “daha önce infazın durdurulması kararı alan mahkeme, tekrar infazın devamına karar verdi.” Bu doğru değil diyorsunuz. Cem Türkbiner: Aslında şöyle; o metin doğru ama Salih Mirzabeyoğlu’nun serbest bırakıldığı davanın değil. Yani Salih Mirzabeyoğlu iki davasından da “yeniden yargılama” aldı… Şimdi aslında mevzuu gelmişken, o garabeti belirtmek istiyorum… Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi, bu “İsyan Davası”na bakıyor. Metris Cezaevi’ndeki “İsyan Davası”na bakıyor; 1999’daki. Bu mahkeme, Salih Mirzabeyoğlu ve yaklaşık 60 küsur insanın –İbdacının– oradaki isyan davasına “yeniden yargılama kararı” verdi. Yeniden yargılama kararını bir üst mahkeme olan 4. Ağır Ceza kabul etti ama onun uhdesinde olmamasına rağmen tutuklu olarak devam etmesini istedi… Şimdi, “yeniden yargılama” şu demek: Daha önce verilmiş kararda bir hata olabilir, bu dosya yeniden gözden geçirilsin… Bu da bir sürece yayılıyor tabii; üç ay, beş ay, bir sene, artık neyse… “Ama siz o sürede tutuklu kalın. Karar sizin lehinize gelişirse de, artık tazminat filan, bir şekilde…” Böyle komik, garabet bir durum söz konusu şu ân. Kadir Öztürk: Hukuken kabul edilemeyen bir şey. Avukatların yaptığı açıklamalar ortada. Cem Türkbiner: Tabiî ki! Kabul edilemeyecek bir şey. Yani, tekrar edeyim; “yeniden yargılama” demek daha evvelki yargının ötesinde yeni bulguların çıktığını, yani kararın hukukiliğinin tartışmaya açıldığı bir durumu belirtir. Şimdi böyle bir durumda tekrar tutuklama… Bu sadece Salih Mirzabeyoğlu’nu değil, 30 küsur İbdacıyı da etkileyen bir durum… Kadir Öztürk: Şu ânda tutukluluğu devam eden kişiler… Cem Türkbiner: Tutukluluğu devam eden de var, dışarıda olan da var… Şöyle ki, bu verilen ceza yaklaşık 16 aylık bir infaz süresini öngörüyor. Şimdi bu çıkan yeni kanunlarla son 12 ayı zaten “denetimli serbestlik”te geçiriyorsunuz. 4 aylık bir ceza yatarı olmasına rağmen boyundan çok büyük bir şeye sebep oluyor. Şu ân cezaevinde olan, misal olsun diye söylüyorum, Cemil Şahin gönüldaşımız var. Normalde 2 sene sonra tahliyesi gerçekleşecekken, bu ceza onaylandığı takdirde, daha evvelki cezasından infazı yandığı için 2033’e kadar cezası uzuyor. Yani 4 aylık bir ceza, size 10-15 yıl gibi bir süreyle geri dönebiliyor. Çünkü İbdacıların genelde, cezaevi yatmış olanlarının hepsi şartlı tahliye durumunda olduğu için, benzer suçtan geldiği için… 4 aylık bir ceza ama karşılığı 10 sene 15 sene gibi bir şeye gelebiliyor. Kadir Öztürk: Böyle bir durum da olabilir, diyorsunuz? Cem Türkbiner: Böyle bir durum da olabilir… Tabii bu davayı biraz açmak gerekirse; 28 Şubat zihniyetine sahip insanların cezaevindeki Müslümanlara silahlı askerlerle yaptığı bir saldırıydı. Bugün “Metris İsyanı” diye geçiyor davada ama size saldırıyorlar, duvarlara delikler açıyorlar. Oradan namluları sokup ateş ediyorlar içeriye. Meselâ bu stüdyoyu bir cezaevi düşünün; duvarlardan böyle… Siz de kendinizi savunuyorsunuz. Ondan dava açılıyor, “yangın çıkardılar” filan… Tabii bizim orada şehidimiz de var, yaralılarımız da var. Keza Bandırma Cezaevi Davası da aynı şekilde… “28 Şubat’la hesaplaşıldığı” sürekli, bu son 10 yıldır, 12 yıldır hükümetin en esaslı söylemlerinden biridir. Kadir Öztürk: Kamuoyunda böyle bir algı oluşturuluyor. Cem Türkbiner: Oluşturuluyor… Bu aslında işte o hükümetin samimiyet sınavı oluyor. Çünkü o 28 Şubat dönemine denk gelen, o havanın estiği bir dönemde oldu bu hadiseler… Kadir Öztürk: Bütün bu hukuksuzluklar o dönemde yaşandı. Ve hep de 28 Şubat dönemindeki zihniyet. Cem Türkbiner: Tabii. Kadir Öztürk: O zihniyetin kendi düşüncelerine aykırı kişileri, böylece baskı altında tutması. Bunun sonuçlarından bir tanesi Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarının davası diyelim. Cem Türkbiner: Evet… Yani Salih Mirzabeyoğlu’nun demin bahsettiğim ana davası da aynı. O dava çok konuşuldu. Burada kısaca tekrar edersek; dava dosyası, hangi hukukçu bakarsa baksın gülümseyerek karşıladığı bir mevzu… Bu davanın hukuk tekniği açısından bu kadar söyleyebiliyoruz. Lakin bu ülkede yaşadığınız zaman, hukukun işleyişine dair, bu ülke insanlarının kahir ekseriyeti hukukî işleyişe dair bir fikir ve bilgi sahibi olmak zorunda oluyor zaten. Özellikle sizin birtakım toplumsal davalarınız, buna dair ne varsa. Bunun için ülke vatandaşlarının çoğu hukukçu oluyor. Aslında “hukukçu” da değil de, adli işleyişin nasıl garabetlerle, nasıl komedilerle döndüğünü gören bir uzman olarak yetişebiliyorsunuz. Bilmiyorum, ben size bir soru sorsam: “Siz artık bir şeye hayret edebiliyor musunuz bu ülkede?” Biz artık etmiyoruz. Kadir Öztürk: Normal mi geliyor artık bu tür kararlar? Cem Türkbiner: Yani hayret mekanizmamız alınmış, yerine hukuk yerleştirilmiş insanların ülkesi burası. Bir şeye hayret edemiyoruz yani. Öyle bir durum… Kadir Öztürk: “28 Şubat’la yüzleşemiyoruz!” diyorsunuz. Bu kararlar bunu gösteriyor. Cem Türkbiner: 28 Şubat’ı nasıl anlamlandırdığınızla alâkalı bir şey bu. Bunu ülkedeki İslâmî hayat tarzına karşı bir hareket olarak görürseniz, Salih Mirzabeyoğlu ve İbdacıların davası en üst sıralarda yer alır, en üst sırada yer alır -sıralarda değil!- Çünkü bizatihi Salih Mirzabeyoğlu ve İbdacılara yapılan şey, hani onların İslâmî söylemlerinden farklı bir şey değil. Tamamen ona karşılık yapılmış bir şey. Bunun yanında bir sürü mağduriyetten bahsedilebilir; “başörtüsü” mağduriyetinden bahsedilebilir. Bir şekilde onlar ortadan kaldırılıyor… Tabii siyasette şu da var; birtakım “pişmanlıklar”ın, –birtakım “kandırılmalar”ın diyelim parantez içinde–, karşılığı amelle, işle gösterilmeli. Meselâ –bunu bir misal olarak vereyim– hükümet Ergenekon davalarında gösterdiği tutumu daha sonra değiştirdiği zaman, Ergenekon’daki tutukluları salıvererek oradaki fikir değişikliğini… Kadir Öztürk: Fiilen gösterdi. Cem Türkbiner: Fiilen göstermiş oldu. Şimdi bu da onun samimiyet sınavı; eğer gerçekten 28 Şubat’la ilgili bir sıkıntısı varsa, onunla bir hesaplaşması varsa, Salih Mirzabeyoğlu ve İbdacıların davası da fiil şeklinde gösterilmesi gereken bir durum. Yani, hukukun siyasallaşması noktasında konuşulabilecek bir mevzu değil bu. Çünkü bu zaten hayret edilecek bir şey olmadığı için… Belki dünyanın başka ülkelerinde çok büyük tartışmalara sebeb olabilir. Hani Başbakan’ın buradan bir şeye müdahil olması, oradan başkasının başka bir şeye müdahil olması… İşte komutanların gidip mahkeme ziyaret etmeleri filan, bizde tabiî şeyler kabul edildiği için onun üzerine konuşuyoruz… Bir de, bu siyasi irade, kendi aleyhine dönebilecek şekildeki hukuki hamleleri bertaraf etmiştir. İyisini kötüsünü söylemiyorum; tesbit için söylüyorum. Hakan Fidan Olayı misal olabilir. Kadir Öztürk: Kişiye özel düzenleme yapıldı. Cem Türkbiner: E benim de buradan hadiseye bakarken, siyasi iradeyi sorumlu tutmam kadar tabiî bir şey yok. Şimdi bazı yerlerde hâkim için “paralel yapının son golü” tarzında haberler yapılmıştı. Kadir Öztürk: Onunla ilgili ne söylersiniz? Cem Türkbiner: Şunu söylemek isterim, hâkimlik bir makam meselesi. Hâkim, bir adam, yani isim söylememize gerek yok. Şimdi bu adam bir görev ifa ediyor. Türk Milleti adına; zaten öyle yazar kararlarında. Bir görev ifa ediyor. Şimdi bu hâkim özel hayatında Risale-i Nur mu okuyordur, poker mi oynuyordur? Oradakini buraya yansıtması da siyasi iradenin problemidir, yürütmenin bir problemidir. Eğer öyle bir durum varsa. Hâkimin dünya görüşü, önüne gelen dosyada kararını etkiliyorsa, hayat tarzı etkiliyorsa, o da yürütmenin bir problemidir. Ben böyle bir durumda tek tek hâkim isimlerini arayıp davamı haykıramayacağıma göre, benim sorumlu tutacağım yapının siyasi irade olması tabiîdir. Ama dediğim gibi, zaten bu hukukun siyasallaşması diye tabir edilen şey o kadar bedahet ifade eder olmuş ki… Bunun karşılığı olarak cezaevinde olan herkesten bahsediyorum. Yani adli suçtan diğerlerine; burada hiçbirini ayırmıyorum, sol davadan da olabilir, başka davalardan da olabilir… Eğer hukukun siyasallaşması, zaten siyasi irade tarafından teslim edilen bir şeyse bunun karşılığı, aslında davaların hepsinin yeniden görülmesidir. Hatta bu sadece cezaevlerinde yatan insanlarla değil, salıverilen insanlarla ilgilidir de. Kadir Öztürk: Bu son tartışmalar, tabiî ki bütün bunları gündeme getiriyor. Yargıtay tarafından onanmış kararlarda bile artık bir geriye dönüş söz konusu. Balyoz Davası bunların en önemli örneği. Yargıtay tarafından onaylandığı hâlde tekrar bir iade-i itibar süreci yaşıyoruz şu ânda. Cem Türkbiner: Orada zaten hadiseler halledile halledile gitti. Çünkü ilk Ergenekon tutuklularının çıkmasını sağlayan düzenleme Balyozcuları etkilemiyordu. Çünkü Yargıtay onayı vardı. Sonra Yargıtay onayı engeli de kaldırıldı. Tarihini tam hatırlayamıyorum ama Yargıtay onayının hemen öncesi bir tarihle sınırlandırıldı. Çünkü geriye doğru götürdüğünüz zaman 80 Eylül olayları bile işin içine girecekti. Ama bu garabet, bizzat şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından bile teslim edilen bir şeyken, konuşuluyorken, bunun karşılığı büyük bir hukuk reformudur o zaman. Dediğim gibi; onlar kendi yakınlarını teslim etmedikleri sisteme Müslümanları teslim etmekte bir beis görmemektedirler. Kadir Öztürk: Bu çok önemli; en son söylediğiniz şey çok önemli. Son zamanlardaki tartışmaları nasıl karşılıyorsunuz? Hukuk tartışmalarını? Tabiî ki bu hukuk tartışmaları içerisinde bu tür… Garabet de diyebiliriz artık dünkü çıkan karara. Nasıl karşılıyorsun bir aydın olarak, bir entelektüel olarak? Bu tür olaylar ve hukuktaki bu tartışmalar? Cem Türkbiner: Başta dediklerim üzerinden devam edeyim. Bir kere hayret edemiyoruz artık. Sürekli ülkede bu tür şeylerle karşılaşmaya bir alışkanlık geliştirdik artık. Kadir Öztürk: Bağışıklık kazandık. Cem Türkbiner: Bağışıklık kazandık. Fakat bizim bağışıklık kazanmamız, bu masada konuşmamız; birtakım fikirler beyan edebiliriz, birtakım görüşler beyan edebiliriz. Ama insanların hayatları söz konusu. İşte Salih Mirzabeyoğlu; 16 yılı aşkın bir süre cezaevinde yattı. Şöyle söyleyeyim; birtakım hadiseler oluyor yurtiçinde veya dünyada. Siyasi irade bazen bu hadiselere İslâmî söylemle karşılık veriyor, İslâmî hassasiyetleri ön plâna çıkartmış kitlelerin desteğini kazanmak için bunu yapıyor. Ben şimdi “Müslüman” demeyeceğim, çünkü halkın zaten hemen hemen tamamı Müslüman. Ama özellikle kendi oy verenleri ve potansiyeli noktasında… Şimdi sizin, karşılaştığınız eşya ve hadiseye hangi dünya görüşüyle baktığınızla alâkalı bir şey bu. Eğer İslâmî bir görüşle bakıyorsanız bu hadiselere, bazı hadiselere, işte örnek verebilirim; Gezi gibi meselâ. Hemen İslâmî söylemler ön plâna çıkıyor. Dediğim gibi, İslâmî hassasiyete sahip insanların desteğini çekebilmek için. Ama böyle bir durumda Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ve İbdacıların İslâmi duruşları tartışılabilir bir şey değil. Hattâ, nisbet edilen şeyler noktasında bütün bir Türkiye Cumhuriyeti’nde İslâm davasında çok büyük bir yer kaplayan; en büyük yeri kaplayan, Üstad Necip Fazıl’la başlayan bir dava. “İbdacılara da o zaman İslâmî hassasiyetle yaklaşılsın!” diyebilirim… Kadir Öztürk: Çifte standart uygulanmasın diyorsunuz. Cem Türkbiner: Buralar, işte dediğim gibi bu tip yerler samimiyet testi. 28 Şubat için samimiyet testi. 28 Şubat’ı nasıl mânâlandırıyorsanız. İslâm’a karşı saldırı olarak mânâlandırdıklarına da misal verdim. Bazen konuşurken de öyle mânâlandırabiliyorlar. Zaten bugün halkın desteği de, aslında 28 Şubat döneminde İslâm’a yapılan baskının bir neticesi değil mi? Bunu herkes biliyor. Kadir Öztürk: Ama bunun fiilen gösterilmesi lâzım diyorsunuz. Bu çok önemli, simge bir isim, simge bir dava. Dolayısıyla “samimiyetinizi burada görelim,” diyorsunuz. Cem Türkbiner: Tabiî ki… İBDA yerli bir dava. Hani “Anadolu’nun Ruhu” deriz, “Anadoluculuk” diye ifâde ederiz. Hattâ Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında da aynı şekilde ifâde edebiliriz… Meselâ ben bir şeye de dikkat ettim; 1991 yılında 1. Körfez Savaşı’nda, bizim literatürde “1. Panik Operasyonu” diye anılan bir operasyon olmuştu: Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve yakını birkaç İbdacıyı, bir panikle işkenceye ve oradan da cezaevine aldıkları. Çünkü bu Amerika ve Batılı ülkeler ittifakının Irak Savaşı’nı başlattığı ve özellikle İbdacıların önderliğinde halkın çok güçlü bir tepki gösterdiği bir dönemdi. Şimdi geçen gün, bu NATO’daki görüşmeler, bu 3. küçük Irak Seferi gibi –bir de 2003’teki var çünkü– yahut bu onun bir devamı süreç olarak… Kadir Öztürk: IŞİD ile ilgili alınan kararı söylüyorsunuz. Cem Türkbiner: Evet. Şimdi tam da yine onun üstüne İbdacıların birçoğunu etkileyen böyle bir kararın gelmesini de manidar bulduğumuzu söyleyelim. Çünkü bu duruma en güçlü tepkiyi verecek olan da İbdacılardı. Çünkü IŞİD meselesi değil o; Irak’ta halledilmemiş bir mesele var. Zaten IŞİD de o yüzden orada. IŞİD başka bir şeyin konusu da, IŞİD de dense, oradaki Sünni Arapların yok edilememesine cevaben tekrar toparlanıp saldırmaları şeklinde görüyorum ben bu NATO Toplantısı’nı. Aslında “öyle görüyorum” derken zaten ifâdeleri de o yönde. Gizli bir şey söylemiyorum. Tam da o sırada bu kararların denk gelmesini manidar gördüğümüzü belirtmek istiyorum. Kadir Öztürk: Yani “bu tür kararlar bunlarla bağlantılıdır,” diyorsunuz bir anlamda. Çünkü birbiriyle örtüşüyor. Cem Türkbiner: Tabii… Bir de tarihten misal getirdim; fikrim güçlendi herhâlde. 91’den de örnek getirdim. Kadir Öztürk: Öyle oldu… Peki, bu süreçte neler öngörüyorsunuz Mirzabeyoğlu davasıyla ilgili? Tekrar tutuklanması ve “tekrar cezaevi yolu göründü” şeklinde manşetler atıldı. Bununla ilgili neler söylersiniz? Cem Türkbiner: Şöyle bir şey diyebilirim: Salih Mirzabeyoğlu’nun daha evvel uzun yatmış olmasından dolayı… Hukukta “mahsup” diye bir tabir var. Bu yeni gelen ceza da yatarı fazla olan bir ceza olmadığı için Salih Mirzabeyoğlu’nun özelinde bu dava mahsup edilerek, uzun yatmışlığı göz önünde tutularak Salih Mirzabeyoğlu cezaevine alınmaya da bilir. “Alınmaya da bilir” diyorum, alına da bilir anlamı çıkıyor bundan. Fakat bizim platformumuzun Genel Yayın Yönetmeni Ali Osman Zor ve diğer birçok gönüldaşın, dediğim gibi bazısının cezalarına 10-15 sene ekleyecek derecede yük getirecek bu. Buna da sessiz kalmayacağımızı belirtmek isterim buradan. Zaten Salih Mirzabeyoğlu’nun tahliye edilmesi İbdacıların, birçok aydının, gazetecilerin, sizlerin, herkesin dâhil olduğu bir mevzu. Yani artık cezevinde tutulması imkânsız hâle gelmişti. Ki, hukukun zaten kamu vicdanına bakan bir yönü de var. Şimdi tekrar bunun üzerine bu tip kararların çıkması, infiallere de sebeb olabilir. Özellikle kendi açımızdan söyleyelim, biz buna sessiz kalmayacağız! Bunu da belirtmek isterim. Kadir Öztürk: Sessiz de kalınmaması lâzım. Cem Türkbiner: Tabiî! Kadir Öztürk: Çünkü sonuçta bizim konuştuğumuz bütün şey, Mirzabeyoğlu denince akla “düşünce” geliyor. Yani “düşünce”den bahsediyoruz biz. Nasıl diyelim? Fiilden bahsetmiyoruz, “düşünce”den bahsediyoruz. “Düşünce”nin yargılanması ve hapse atılmasından bahsediyoruz, öyle değil mi? O aslında en fazla acı veren durum. Cem Türkbiner: Aslında biz hadiseyi böyle konuşuyoruz ama fiil plânında da konuşabiliriz. Şöyle: Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun o hukuk, adalet dağıttığını iddia edenlere söylediği bir şey vardır geçmişte: “Siz kendi hukukunuza uyun!” Şimdi siz bir hukuk belirtiyorsunuz, ben de buna muhatap olan bir vatandaş olarak bakıyorum. Benim de belli bir dünya görüşüm var, kendime bir hareket alanı belirliyorum. Şimdi hukukun “içinde” kalma niyeti olan bir insan üzerinden konuşuyorum bunu, illâ isimler üzerinden değil. Şimdi ben böyle yapıyorum, bu sefer benim karşımdaki adam niyet okuyuculuğa giriyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun dosyasında “olsa olsa budur” diye bir şey var. Diyor ki, “eşyanın tabiatı gereği, lidersiz olamayacağına göre.” Şimdi, aşina olanlar bilirler, bir hukuk metninde böyle bir şey söz konusu olamaz. Kadir Öztürk: Evhamlar üzerinden hazırlanmış olan davalar. Cem Türkbiner: Yani fiiller üzerinden dahi hadiseye bakılsa. İdam cezası aldı Salih Mirzabeyoğlu. Daha sonra ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi cezası. O dönem Meclis onaylasa, idam edilme durumu vardı yani. Kadir Öztürk: Peki, benzer şekilde içeride olanlardan bahsettiniz. Onlarla ilgili durum nedir? Onların da yakınları var, eşleri dostları var. Bu anlamda onlarla ilgili hukuki durum nedir? Cem Türkbiner: Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevinden çıkarıldığı ana davasının sonucu bunda çok etkili bir şey. Meselâ, siz bir fiilde bulunduğunuz zaman bunu katlayan şey, bunun bir örgüt adına yapılmış olması. Şimdi eğer, örgüt üyeliği üzerinden aldığı ceza iptal edilirse Salih Mirzabeyoğlu’nun, birçok gönüldaşın; içerideki veya dışarıdaki birçok İbdacının aldığı cezalar da aslında çok aşağılara çekilecek. Çünkü ben buradan şu bardağı alıp gitsem, –misal olarak söylüyorum– bunun cezası bir yılsa, ben bunu alıp gittikten sonra mahkemede benim bunu “şunun adına” alıp gittiğim söylendiği zaman onun cezası on yıl oluyor. Aynı fiilin… Gerçi bu yeni bir “paket”ten bahsediliyor: “terör üyeliği”, “örgüt üyeliği” ifadelerinin kaldırılacağından… Açıkçası bunlarla çok ilgili cezaevlerindeki arkadaşların durumu… Tabii bizim, cezaevlerinde 20 seneyi aşkındır yatan kardeşlerimiz de var. Başka davalardan yatan insanlar da var. İllâ ben İBDA özelinde bu hadiseyi konuşmak istemiyorum. Birçok açıdan, sağdan soldan cezaevlerinde yatan birçok insan var. Birçok hukuksuzluk var ülkede! Kadir Öztürk: Bakalım onlar nasıl bir seyir takip edecek. Son olarak ne söylemek istersiniz bir dakika içerisinde toparlamak gerekirse? Cem Türkbiner: Yani söylediklerim etrafında… Siyasi iradeyi biz sorumlu görüyoruz. “28 Şubat’la hesaplaşma” gibi konularda olsun, “yeni Türkiye”, “inşa” gibi kelimeler etrafında olsun. Gerçekten bu tip söylemlerinde samimilerse, bunu iş ve eserle göstermelerini bekliyoruz. Kadir Öztürk: “Yeni Türkiye” bu olmamalı, diyorsunuz? Cem Türkbiner: Tabiî ki!.. Bizim, en azından kendi bakış açımızdan, hadise budur! Kadir Öztürk: “Hadise budur” diyorsunuz. Çok teşekkür ediyoruz. Cem Türkbiner: Ben teşekkür ediyorum. Kadir Öztürk: Dediğimiz gibi önemli bir dava ve simge bir isim. Ve “28 Şubat’la yüzleşildiği”ni söylediğimiz bir ortamda bu tür kararların konuşulması bile aslında hangi noktada olduğumuzu gösteriyor… Kolaylıklar diliyoruz efendim, vermiş olduğunuz bilgilerden dolayı teşekkürler… Cem Türkbiner, Adımlar Fikir, Kültür,Siyaset Platformu Sözcüsü. Kendisinin Mirzabeyoğlu Davası’yla ilgili, Salih İzzet Erdiş ile ilgili düşüncelerini aldık… Son olarak buyurun. Cem Türkbiner: Yarın saat 14.00’da Çağlayan Adliyesi önünde bu mevzu ile ilgili basın açıklaması olacak bizim Platformumuzun. Kadir Öztürk: Yarın 14.00’da. Cem Türkbiner: Yarın saat 14.00’da. İstanbul’da Çağlayan Adliyesi’nin önünde. Onu da buradan duyurmak isterim. Kadir Öztürk: Çok teşekkür ediyoruz, kolaylıklar diliyoruz. Cem Türkbiner’di konuğumuz. Bugünkü “Günden Yansıyanlar”ın da bu şekilde sonuna geldik. Yayında ve yapımda emeği geçen tüm ekip arkadaşlarım adına hepinizi Allah’a emanet ediyorum.