EVRİM VE TEKÂMÜL SÜRECİ
Selim GÜRSELGİL
“Hayatın Tekâmülü” veya “Yaratılmışların Tekâmülü”… Çalışmama bunlardan hangisini isim olarak seçeceğim noktasında kararsızım. Dinî incelik -edep- bakımından hangisi daha doğru olur?
Aslında tekâmül eden yaratılmışların kendisi değil, hayattır; fakat hayatın tekâmülünü de yaratılmışlara yüklenmiş olarak buluruz. Şempanze gelişerek insan olmaz -sadece gelişmiş bir şempanze olur-; fakat hayat hamlesi şempanzeden geçerek insana ulaşır. Bunlar aynı şeyler değil, taban tabana zıt şeylerdir. Birinciyi İbn-i Haldûn, ikinciyi Erzurumlu İbrahim Hakkı savunur.
Şöyle diyelim: Evrimciler zannederler ki, şimdiki hâl, önceki halin -kendi içinde saklı sebepler veya gayelere bağlı olarak- tekâmülüdür. Oysa Yaratılışçılar, şimdiki halin hür bir yaratmanın eseri olduğunu ve geçmişi sadece ihtiva ettiğini bilirler. İnsan maymundan gelmez; ama insan -hür bir yaratılıştır- maymunu ve kendinden önceki tüm yaratılmışları ihtivâ eder. Genler arasındaki uyum, benzerlik vs’nin sebebi budur.
Hristiyan yaratılışçıları -ve onları izleyen bugünkü evrim karşıtları- bu sırdan mahrumdur. Onlar sanır ki, canlılar birbirinden bağımsız şekilde yaratılır. Halbuki evrimciler canlıların -en ilkel bakterilerden, bitki, hayvan ve insanlara kadar- tümünün müşterek bir hayat kökünden filizlendiğini gösterdiler. Tüm cevvaliyetlerini de bunu göstermekten edindiler. Gak diyene dediler ki, bakın şempanze ile insan DNA’ları yüzde 98 ortak; bakın köpekle, muz ağacıyla, amiple aynı kökenden geliyoruz! Bu delillere karşı yaratılışçılar suspus oldular.
Fakat evrimcilerin de anlamadığı bir şey var: Şimdiyi yaratan geçmiş değildir; şimdi, yeni bir yaratılıştır ki, geçmişi hem nefyeder (olumsuzlar), hem de ihtivâ eder (içerir); geçmiş, kendinden üstün bir halihazırın sebebi değildir; bilâkis, geçmişin sebepleri hâlihazırda bulunur. Mazi ile hâl arasında kozalite (sebep-sonuç) ilişkisinden değil, diyalektik ilişkiden (tez-sentez) söz edilebilir.
Dün, bugünü yaratmamıştır; bugün, dünden kalan bir şeyler vardır.
“Tabiatın Diyalektiği”ni arayan Engels, çalışmasını tamamlayabilseydi, belki de bu sırra erişen ilk Batılı olacaktı (Darwin’in hatalı olduğunu farketmişti). Bergson ve onun Batı felsefesine köklü bir reddiye olan “süre” anlayışından başka Batı bu sırra eremedi. Darwin ve ardından gelen Anglosakson rasyonalizmi, tekâmülü büsbütün saçma bir hâle soktu; bugün bu saçmalığı yaşıyoruz.
Bir tek İslâm tasavvufunda, tekâmül, en erken tarihlerden beri anlaşılmış bir konudur. O da kesiksiz bir yaratılıştır. Darwin bile söyleyemezken, ondan 800 yıl önce İbn-i Tufeyl, bitki ve hayvan tüm canlıların ortak bir kökten geldiğini söyledi. Mevlânâ, “madde öldüm bitki doğdum, bitki öldüm hayvan doğdum, hayvan öldüm insan doğdum” dedi.
Şu halde tekâmül sırrı İslâmdadır.
Ek: İlk başta bu söylediklerim kulağınıza garip gelebilir. Evrim literatürüne veya evrim karşıtı birtakım kısır görüşlere kapılmış olanlarınız, bunda rahatsız edici bir şeyler bulabilir. Fakat zamanla taşlar yerine oturacak ve İslâm, biyoloji görüşünü temellenmeye başlayacaktır.
Kısacası benim burada ispatlamaya çalışacağım iddia şu olacak ve şimdilik bu kadar:
“Dün, bugünü yaratmamıştır; bugün, dünden kalan bir şeyler vardır.”