ŞEHÎDİMİZ ÜNSAL ZOR’UN KALEMİNDEN: MEKTUPLARI NE ÇABUK UNUTTUK?!

Ünsal Zor’un, şehîd olurken hangi hissiyat içinde olduğunu da gösteren bu yazısı, halâ “Müslümanlık” tesellisi altında ömür tüketen gafillere ibret olsun.

ALİ OSMAN ZOR İLE SOHBET: AKP-İSRAİL-BARZANİ İŞBİRLİĞİ VE BOP İTTİFAKI

ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR ile 19 Aralık 2015 tarihinde bir sohbet gerçekleştirdik… Video-sohbetin 1. bölümü

ALİ OSMAN ZOR İLE SOHBET (2. Bölüm): CİDDİ DEVLETLERDE “KANDIRILDIM” DİYEN POLİTİKACIYI KURŞUNA DİZERLER!

ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR ile 19 Aralık 2015 tarihinde bir sohbet gerçekleştirdik… Video-sohbetin 2. bölümü

ÜSTADIN MURADI TAYYİP ERDOĞAN DEĞİL, SALİH MİRZABEYOĞLU’DUR!

ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu’nun kamuoyuna duyurulan istişare toplantısı bugün gerçekleşti. Genel Başkanımız Sayın Ali Osman ZOR’un başkanlığında yapılan toplantıya Nazif KESKİN ağabeyimiz ve İstanbul’un bir çok bölgesinden gönüldaşlarımız da katıldı. ADIMLAR Dergisi’ne düzenlenen bombalı saldırı hakkında geçtiğimiz hafta medyada yer alan haberlerin değerlendirilmesiyle başlayan toplantının ana gündem maddesi, iki gün önce Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşen “Necip Fazıl Ödülleri”ydi. “Necip Fazıl Ödülleri” adı altında yapılan, baştan sona Tayyip Erdoğan’ı “Necip Fazıl’ın muradı” diye yutturmak için düzenlenen programın, İBDA Bünyesi’ne açık bir saldırı olduğu etrafında yapılan değerlendirmelere konu olan toplantı akşam saatlerine kadar sürdü. Yapılan saldırının İBDA’ya nisbet iddiasında olan kişiler tarafından da hissedilemediğinin gözlemlendiğini vurgulayan Ali Osman Zor, bunun sebebinin, İBDA Mücadele Tarihi’nin bilinmemesinden, bildiğini farzedenlerin de hissetme melekelerini kaybettiklerinden saldırıya karşı ya sessiz yada olması gereken tavırdan uzak pasif “kınayıcı”lıklarda aramak gerektiğini ifâde ettiği. İBDA Mimarı’nın etrafına çöreklenmiş bu aymazlık sebebiyle, Üstad Necip Fazıl’ın, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından “keramet çapında” denerek başa aldığı Tarih Muhasebesi’ni, tutup, arkasında Irak, Libya, Filistin, Afganistan, Haçlı işbirlikçiliği gibi suçlar olan BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bağlamanın adı olan bu toplantıyı, Ilımlı İslâm’ın, başından beri “Büyük Doğu” şemsiyesi altında toplama davranışı olarak görüldüğü ifâde edildi. 2015 yılının bir nevî “finâlini yapmak” şeklinde “tüy dikme” davranışı olarak görülen bu saldırının, Anadolu coğrafyası ve İslâm Milleti nazarında Erdoğan iktidarının, içinde bulunduğu sıkışmışlığın zirvesine varması sonrasında, Bölücü-işbirlikçi-yağmacı Barzani’yi “Sünni” edebiyatı etrafında meşrulaştırırken(!), “İslâm Âlemi’nin Lideri” olarak pazarlanan bir “Mehdi Erdoğan” ilânı şeklinde olduğu kaydedildi. Sibel Eraslan’ın ödül konuşmasında, “Üstad’ın muradı sayın cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’dı” cümlesine vurgu yapan Genel Başkanımız Ali Osman Zor, “Üstadın bir tek muradı vardır, o da Kumandan Mirzabeyoğludur!” dedikten sonra “Yürüyen Büyük Doğu Salih Mirzabeyoğlu’dur ve ondan başka da Büyük Doğucu tanımıyoruz!” sözleriyle, hakkını vermek arzusuyla adımlar atacağımız duruşumuzu ortaya koydu. Sayın Nazif Keskin’in, Büyük Doğu-İBDA Mücadele Tarihi’nden misâllerle gündeme getirdiği, Üstad’ın “İhanet Vesikası” şeklinde hainler olarak damgaladığı Rasim Özdenören gibilerin, Üstad Necip Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na olan haset ve kinlerinin kaynakları hakkında konuşması, dikkatimizi teksif ettiğimiz Mücâdele Geleneğinin anlaşılabilmesi açısından açıcı oldu. Hanım gönüldaşlarımızın da katılıp değerlendirmeleriyle zenginleştirdiği toplantının görüntülü kaydını sitemizde paylaşacağız. Neticede, bu saldırıyı gördük, aldık, kabul ettik ve ADIMLAR olarak karşılığını vermeye devam edeceğiz! “Allah hainleri sevmez!” Hainleri sevmemek, bizim için bir ibadet gibidir! “O, tuzak kuranların en hayırlısıdır!” Ve son bir Hadîs: “Kim kimin karaltısını (kalabalığını) arttırıyorsa o ondandır!” ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu

NE DEDİYSEK O: BU SAVAŞ PARİS’İ DE VURACAK!

Sayın Ali Osman Zor, İşgâlci Batı Gücü’nün topraklarımızda izledikleri işgal, soykırım ve sömürge politikaları karşısında, 5 Kasım 2014 tarihinde Alman DerSpiegel Dergisine verdiği röportajda, “Bu savaş Paris’i de vuracak!” demişti. Ali Osman Zor’un bu röportajından bir süre sonra Dergi büromuz bombalanmış ve Ali Osman Zor’un kardeşi Ünsal Zor şehîd olmuştu. ADIMLAR olarak, Paris’te gerçekleşen ve bundan sonra gerçekleşebilecek olan bütün saldırıları bize düzenlenen saldırının birer intikamı olarak görüyoruz! ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Platformu Genel Başkanı sayın Ali Osman Zor’un söz konusu röportajının ilgili kısmını alâkalarınıza sunuyoruz: ADIMLAR Dergisi (…..) Der Spiegel: İslâm Devleti’nin bu mücadelesinde uyguladığı yöntemler oldukça vahşi. Siz kullandığı bu yöntemleri destekliyor musunuz? Ali Osman ZOR: Ben Amerika’nın kullandığı yöntemleri desteklemiyorum! Der Spiegel: Peki, İslâm Devleti’nin uyguladığı yöntemleri? Ali Osman ZOR: Ortada bir savaş var. İslâm Devleti de savaşıyor, Amerika da savaşıyor. 91 savaşından sonra uygulanan Birleşmiş milletler ambargosuyla Irak’a klor verilmedi. Ve temizlenemeyen pis suları içerek bir milyon çocuk öldü, bebek öldü Irak’ta! 2003 İşgâli’nden sonra Ebu Gureyb cezaevlerinde işkenceye, tecavüze uğrayanlar… Der Spiegel: Ben Amerika’nın yaptığı işkencelerden değil, şu ân IŞİD’in insanların kafasını kesmesinden, şu ân yaptıklarıyla ilgili görüşlerinizi merak ediyorum ben. Ali Osman ZOR: Ben de diyorum ki, Amerika’nın veya Avrupa’nın, diyelim ki Almanya’nın Irak’a sattığı zehirli gazları bilmeden, bunları hesap etmeden IŞİD’i değerlendiremeyiz! Yani ilk önce siz Avrupalı olarak bunlara karşı çıkacaksınız ki, ondan sonra IŞİD’i oturup, konuşalım. Benim anlatmaya çalıştığım, IŞİD, bütün bu yapılanların arkasından gelmiş bir harekettir. Ve burada,şu sahtekârlığı yapmamak lazım: Ortada bir savaş var ama, bu savaşta, bizim bölgemize ait bir İslâmcı veya değil, işgâle karşı savaşan bir örgüt söz konusu olduğunda onların yaptıkları “katliam”, “terör”, “vahşet”, fakat Batı gücü söz konusu olduğunda ise onun yaptığı “savaş”!Batı, Heredot’tan beri bunu yapıyor: Kendisine biri saldırdığı zaman “Barbarlar!” saldırmış oluyor -bugün “teröristler!” oluyor onlar tabiî-, kendisi birilerine saldırdığı zaman da “Barbarların üzerine gitmiş” oluyor. İşte o “barbar” ve “teröristler”in yaptığı herşey bugün “vahşet”, “katliam”, “terör”. Biz bu hinliği kabul etmiyoruz!.. “IŞİD’in yöntemleri” dediğiniz, savaş yöntemleridir. Batı, niye Ebu Gureyb’de ayağa kalkmadı da iki tâne gazetecinin kafası kesilince ayağa kalktı? WASHİNGTON BOMBALANMALIYDI Der Spiegel: Bu doğru değil. Ebu Gureyb ile ilgili Batı’da itirazlar oldu. Ali Osman ZOR: “Oldu” da, bize ne faydası oldu? Bölgeye ne faydası oldu? Ebu Gureyb’e ne faydası oldu?!. 1991 yılında Amerika, Saddam Hüseyin, Kuveyt’i işgâl ettiğinden dolayı, Birleşmiş Milletler’de karar çıkartarak Irak’a saldırdı. Burada gerekçe ne idi? “Irak’ın Birleşmiş milletler üyesi olan Kuveyt’e saldırması”ydı. Ve Birleşmiş Milletler de harekete geçerek, kendi üyesi olan bir ülkeye yapılan saldırıya karşı Irak’a saldırdı. 2003’te ise, Amerika Irak’a hiçbir gerekçe olmadan saldırdı! Ve Birleşmiş milletler bu saldırıya “olur” vermedi. Yasadışı saldırdığına göre Amerika, aynı 91’de Saddam’ın Kuveyt’e saldırması gibi, o zaman, Birleşmiş Milletler’in bir araya gelip, karar çıkartıp; Birleşmiş Milletler üyesi olan Irak’a Amerika’nın yasadışı saldırısından dolayı Washington’u bombalaması gerekmez miydi? Bunların hiçbiri yapılmadı. Ve 2003 Yasadışı Saldırısı hâlen devam ediyor. Der Spiegel: Bu mesajı aldım! Ali Osman ZOR: Son olarak da başka bir mesajım daha var size: Biz, sizi bölgemizde istemiyoruz artık! Siz derken, Batı gücünün… Bizim evimize karışmanızı istemiyoruz. Kendimizi nasıl yöneteceğimizi söylemenizden bıktık artık! Yani Amerika’nın ve onun yerli ve yabancı işbirlikçilerinin artık evimizden defolup gitmesini istiyoruz! Biz, kendi aramızdaki sorunları, kendimiz hâllederiz. Bizim aramızda sorun çıkmasının sebebi, Batı Gücü’nün gelip buraya karışması, bizim evimize karışması. Batı bunu anlamadı! Bizim “git!” dememizi anlamadı. Onun için IŞİD gibi örgütler çıktı şimdi. Size garanti veririm, IŞİD gibi örgütler İslâm Coğrafyasının her tarafında çıkacak Batı’ya karşı! Çünkü buradaki halklar, milletler; Türk, Kürt, Arap, Fars farketmez, sizi istemiyor! “Evimizden gidin, elinizi çekin!” Artık Batı’nın, bizim bu isteğimizi anlaması lâzım. Yoksa bu savaş Hamburg’u, Londra’yı, hattâ Washington’u, Paris’i de vuracak bu savaş. Yani siz zannediyor musunuz, bizim şehirlerimiz yıkılırken sizin şehirleriniz sağlam kalacak?!. Sizin şehirleriniz de yıkılacak!Aynı Londra’da, İspanya’da olduğu gibi… Anlatabildim herhâlde?.. Bunu engellemenin tek yolu, bizim evimize karışmayacaksınız artık. Yani bu kadar basit bir şeyi anlaması lâzım Batı’nın. Röportajın tamamı için:

FRANSIZ GAZETECİ İLE RÖPORTAJ… ALİ OSMAN ZOR: BİZ FRANSA’YI YÖNETMEK İSTİYORUZ!

ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Platformu Başkanı Sayın Ali Osman ZOR’un, 19 Ekim 2014 Pazar günü, “bağımsız” bir Fransız gazeteci olan Anne ANDLAUER’e verdiği röportajın tam metniyle birlikte görüntülü kaydını, dün yaşanan ve 200’den fazla Fransızın ölümüyle neticelenen Paris Saldırısı vesilesiyle tekrar yayınlıyoruz. Yaşanmakta olan sürecin gizlenen ve açıkça konuşulmayan tarihî, sosyal, kültürel ve siyasî şartlarının tablosunu bulacağınız bir röportaj. Söz konusu röportajdan sonra Paris’te gerçekleşen Charlie Hebdo eylemi ve hemen ardından bu eylemin İstanbul’daki karşılığı olarak da görülebilecek ADIMLAR Dergisi’ne yapılan bombalı saldırı ve Ali Osman beyin kardeşi Ünsal ZOR’un şehîd oluşu da hatırda tutulmalı. ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Platformu RÖPORTAJIN TAM METNİ Anne ANDLAUER: Bayram vesilesiyle bir toplantınız olmuştu. Bu toplantı internette yayılandı. Çeşitli yayınlar oldu. Siz de bir açıklama yayınladınız internet sitenizde bununla ilgili… Tam olarak IŞİD’in oluşu, bundan başlayalım. Ve bölgedeki -Suriye’de, Irak’da- elde ettiği kazançları siz nasıl okuyorsunuz? İlk önce bunu merak ediyorum; nasıl oluştu? Yani ortaya “pat diye” çıkmadı. Siz bunu nasıl okuyorsunuz? Ali Osman ZOR: Son cümle olarak “pat diye çıkmadı” tabiri, cümlesi olayı aslında ifâde ediyor. Evet, IŞİD pat diye çıkmadı. Aslında IŞİD hep vardı, oradan hiç ayrılmadı da. IŞİD’in gerçekten ne olduğunu veya şu ân yaptıklarının ne anlama geldiğini samimi olarak, dürüst bir şekilde anlamak istiyorsak eğer; bunu 2003 saldırısını, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere, onlarla işbirliği yapan güçler tarafından işgâl edilmesini gözönüne almadan cevap veremeyiz. Hattâ bunun 91 Saldırısı’na da götürmek lazım. Hattâ bence İran-Irak Savaşı’na kadar götürmek lazım bu mevzuyu. Hâliyle “IŞİD nasıl çıktı?” diye sorulunca, IŞİD 2003 Saldırısı’nın neticesi olarak çıktı. Ve o günden beri, aslına bakılırsa 2003 Saldırısı’na direnen insanlar bunlar. Bugün IŞİD deyince, ki, onların kendi tabirleriyle, İslâm Devleti. Ki, niye IŞİD deniyor hâlâ onu da anlamıyorum ben. Ağız alışkanlığı olarak biz de kullanıyoruz ama, onlar kendi isimlerini koydular; İslâm Devleti. 2003 Saldırısı’nı hesab etmeden, onu düşünmeden, bugün İslâm Devleti hakkında veya Irak’ta veya Suriye’de olan hadiseler hakkında sağlıklı birşey söylemek mümkün değil. 2003’ten beri direnen insanlar, bugün, özellikle Batı kamuoyuna -Çünkü bu IŞİD mevzuu bölge ülkelerinin sorunu olmaktan ziyâde, aslında Batı dünyasının sorunu bu- sanki bugün çıkmış gibi, yeni çıkmış gibi algılatılmaya çalışılıyor insanlara. Hâlbu ki, bu insanlar 2003 Irak İşgâli’ne direnen insanlar veya direnen insanların çocukları. Veya bu işgâlde ölen insanların çocukları. Veya tecavüze uğramış annelerin çocukları. Bu çizgi üzerinde görürsek hâdiseyi, bence IŞİD hakkında veya İslâm Devleti hakkında daha sağlıklı konuşabiliriz. Anne ANDLAUER: Peki siz, İslâm Devleti’ne karşı -kendilerini böyle ifâde ettikleri için- ilişkiniz nedir, şahsî görüşünüz nedir? Ali Osman ZOR: Tabiî bu “ilişkiniz nedir?” derken bu istihbari bir soru aslında… Bizim, doğrudan bir ilişkimiz filân yok. Ama, dünyadaki 1.5, 2 milyara yaklaşan bütün müslümanlar kardeştir. Bu mânâda da müslümanların hepsinin birbiriyle kalbî ilişkisi vardır zaten bu kardeşlik hukuku içerisinde. Dolayısıyla da IŞİD’la bir ilişki söz konusu olduğunda, bizim söyleyebileceğimiz “müminler, müslümanlar kardeştir” ölçüsü; Allah’ın bildirdiği, bu ölçü çerçevesinde kalbî ilişkimiz vardır tabiî. Bu mânâda Taliban’la da vardır. Bu mânâda Filistinli müslümanlarla da vardır. Arakanlı müslümanlarla da vardır ve saire ve saire… Ama, bildik mânâda bir organik ilişkiden bahsetmek, zaten mümkün değil. Yani, olsa da zaten, kimse “böyle bir ilişkim var” demez. Anne ANDLAUER: Biliyorsunuz ki, az önce söyledikleriniz, İslâm Dünyası’nda bazı kişilerde kabul görmüyor. Meselâ kampanyalar yapılıyor IŞİD’e karşı; “bu benim adıma yapılmıyor” diye. Siz, “benim adıma yapılıyor” mu diyorsunuz müslümanlar olarak? Sizin adınıza mı yapılıyor. Ali Osman ZOR: Şimdi mesele İslâm filân değil. Bir kere Batı Propaganda Makinesi, meseleyi oraya getirerek; sanki bir adım daha ileri gidip İslâm’ı bize karşı savunacak(!) pozisyona geçecekler. Hattâ Amerikan Başkanı Obama’nın “İslâm bu değil” şeklinde bir açıklaması vardı; İslâm’ı herhâlde kendisi daha iyi biliyor. Yani şöyle düşünün; benim “Hıristiyanlık bu değil” diye size anlatmaya çalışmamı düşünün meselâ. Çok absürd bir durum bu. Burada söz konusu olan, Batı Güçleri tarafından bir ülkenin işgâli. Bu gerçek atlanarak, bu gerçek yok sayılarak, müslümanları, müslümanların argümanlarıyla vurma hinliğini, kendi adıma ve bağlı olduğum hareket adına söylüyorum; biz kabul etmeyiz bunu. Bir kere soru şu: Siz, Batı gücü olarak Irak’ta işiniz ne?!. Ne işiniz var sizin burada?!. Irak’ta, Suriye’de ne işiniz var sizin?!. Libya’da ne işiniz var?!. İsrail’de ne işiniz var?!. Yani, benim evimde sizin ne işiniz var?!. Ben sizi evimde istemiyorum!.. Şimdi siz benim evimde istediğinizi yapıp, evimi darmadağın ettikten sonra dönüyorsunuz bana, “siz benim evimi tehdit ediyorsunuz!” diyorsunuz. Benim sizin evinizi tehdid etmemin sebebi, sizin benim evimden çıkmamanız. Yani, temel sorun bu! Meselâ ben bir Türk olarak, bir müslüman olarak soruyorum bunu, meselâ: Amerikan Hava Kuvvetleri 91 yılından beri Irak’ı niye bombalıyor?!. Ne işi var Irak’ta?!. “Irak’ta Zalim Saddam var!”mış… Sana ne!.. O zaman biz de Zalim Obama var diye Amerika’yı bombalayabilir miyiz meselâ?.. “Zencilere zulmediyor”, “İspanyollara şöyle yapıyor”, “İtalyanlara böyle yapıyor” filân diye. Veya “Zencileri özgürleştirmek için” Washington’u bombalama hakkımız var mı bizim meselâ?!. Anne ANDLAUER: Şimdi siz bunu ilk önce tepkisel bir direniş olarak görüyorsunuz. Fakat, IŞİD’in de bir Siyasî Proje’si var. Ali Osman ZOR: Var! Tabiî ki var! Anne ANDLAUER: İslâm Devleti kurmak. Ali Osman ZOR: E, bunun ne mahzuru olabilir? Anne ANDLAUER: Sadece Irak’ta değil yada Suriye’de değil. “Ülkemden çıkın” anlamında değil. “Benim o ülkeler hakkında projem var”. Üst bir özelliği var IŞİD’in. Buna da katılıyor musunuz? Ali Osman ZOR: Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi oluyor da ve Büyük Ortadoğu Projesi için 2003’ten beri, Irak başta olmak, üzere bütün İslâm Coğrafyasına saldırırıyor da, müslüman birinin buna karşı bir projesi olması ayıp mı oluyor?!. Yine aynı soruyu soracağım ben. Bizim kendi yaşadığımız bölgemizde, yaşadığımız coğrafyada, Vatanımızda, Evimizde bizim bir proje yapmamızın, bir projeye, mimariye göre Evimizi dizayn etmemiz kimi ne ilgilendiriyor?!. Yani şuraya mı geleceğiz; “IŞİD Irak’ta direniyordu ama şimdi Suriye’ye geçti, Suriye’de yayılıyor.” Peki, Esad’ı kim düşürmek istedi? Peki, kim açtı o koridoru; o alanı kim açtı? Üstelik şunu hiç saymıyorum ben: Hem 91’de hem 2003’te oradaki, bugün IŞİD adı altında direnen insanlar Irak’ın Güneyi’ndeki Şiî Arablardan ihanet görmüşler, Irak’ın Kuzeyi’ndeki Peşmerge Hareketi’nden de ihanet görmüşler. Şu ân bu direniş içerisinde, o tecrübelerle -anlıyorsunuz değil mi ne dediğimi?- hareket ettiklerinden, bir daha arkadan vurulmak istemiyorlar. Arkadan vurulmak istemedikleri için de kendilerini sağlama almak istiyorlar. Siz de bunu “yayılma” olarak görüyorsunuz. Hâlbuki bu yayılmaya sebebiyet veren bizzat Esad’ı, Suriye Rejimini yasadışı bir şekilde, Birleşmiş Milletler Hukuku’na aykırı olarak; Birleşmiş milletler ilgili maddesinde “hiçbir rejim dışarıdan müdahale ile değiştirilemez!” dendiği hâlde, yasadışı bir şekilde Esad Rejimi’ni ortadan kaldırmak istediniz. Özgür Suriye Ordusu denilen, oradaki Liberal-Çapulcu-Yağmacı yapılanma gayet “güzel”, “hoş”. Batılı güçlerin işine gelen bir yapılanma. Kimse meselâ onun hakkında konuşmuyor. Aynı işlevi IŞİD’da görürken, niye IŞİD “suçlu” oldu? Esad inmeyecek miydi aşağıya? Ama, IŞİD şimdi Esad’dan daha tehlikeli göründü, öyle değil mi? Batı açısından. Daha tehlikeli olunca da Esad, ehve-i şer oldu. “Ehven-i Şer” ne demek, biliyor musunuz? Yani, “daha kabul edilebilir”. Anne ANDLAUER: Ama böyle bir proje geliştirdiğiniz zaman, orada yaşayan tüm halkların… Ali Osman ZOR: Hangi “halklar”? Kürtleri mi kastediyorsunuz? Anne ANDLAUER: Kürtler var, Ezidiler var… Ali Osman ZOR: Hâ Kürtler ve Ezidiler. Başka halk yok değil mi orada? Anne ANDLAUER: Hıristiyanlar, Türkmenler. Ali Osman ZOR: Peki 2003 ve daha önceki 91 dönemlerinde niçin bu halklar kimsenin aklına gelmiyordu? Meselâ 3 milyon tâne Sünnî Arab öldürüldü orada, katledildi! Bir Arab Soykırımı yapıldı. Ebu Gureyb Cezaevleri’ni biliyorsunuz. Niye Batılılar “hümanizm” adına, “insanlık” adına harekete geçmediler? Anne ANDLAUER: Ben savunmuyorum burada. Ali Osman ZOR: Yok, ben de sizi suçlamıyorum. Anne ANDLAUER: “Yanlış yapıldı” diye, “bir kez daha yanlış yapılabilir” gibi oldu. Ali Osman ZOR: O “yanlış” sizin söylediğiniz birşey. Bu noktada biz Batı propagandasına veyahut Amerikan propagandasına teslim olmak zorunda değiliz. Aynı şey Musul’da da söylendi. Ne var Musul’da? Hiçbirşey yok. IŞİD dediğiniz yapı 12 milyon insanın yaşadığı yere hükmediyor. Neden Etnik Kürtçülükten; çünkü IŞİD içerisinde bir sürü Kürt var. Ve şu ân Ayn-el Arab’ın içine giren komutan Kürt zaten. Erbil’e saldırı düzenleyen komutan Kürt. Ama neden böyle Batı yanlısı Kürtçü hareketler söz konusu olduğunda Batı harekete geçiyor. Ve “insan hakları” dediğimiz olgu, neden orada harekete geçiyor? Fransız uçakları, İngiliz uçakları, Amerikan uçakları Bağdat’ta Sünnîleri bombalarken, Ebu Gureyb Cezaevleri’ni inşâ ederken, neden kimse harekete geçmedi? Niye bu kadar propaganda yoktu. Şu ân Bağdat’ta savaş var. Bağdat’taki savaş, Ayn-el Arab’daki savaştan daha şiddetli. Neden kimse vermiyor onu? Anne ANDLAUER: Türkiye Devleti nerede? Ali Osman ZOR: “Türkiye Devleti” derken neyi kastediyorsunuz? Anne ANDLAUER: Türkiye adına karar verenler. Türkiye adına uluslararası platformlarda konuşanlar ne gibi bir mesaj veriyor sizce? Ali Osman ZOR: AKP hükümeti, uluslararası güçlerle ortak hareket etmek için Meclis’ten bir tezkere geçirdi. O Tezkere’nin de gereğini yapacaklar. Amerikayla görüşmeler devam ediyor. Fakat Türk halkının, kamuoyunun tabiî ki bir baskısı var. Bu baskıyı aşıp, Amerika ile ortak bir şekilde tekrar Müslüman Arab topraklarına girmek Hükümet açısından da kolay değil. Anne ANDLAUER: Nasıl bir baskıdan bahsediyorsunuz? Ali Osman ZOR: Girmesini istemiyor; Amerika ile beraber olmasını istemiyor halk. İncirlik Üssü’nün kapanmasını istiyor. Çünkü nasıl ki, bizim Washington’da bir üssümüz yoksa, bizim burada da İncirlik Üssü, askeri üs olsun istemiyor. Anladınız mı ne demek istediğimi? Dolayısıyle şu ân, bugüne kadar olduğu gibi, şimdi de söylem üzerinden, retorik üzerinden sanki “Amerikayla çekişiyor” gözüküp, aslında Reel Politik açısından ise Amerika’nın politikalarına uygun davranıyor. Niye? Çünkü Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı, bizim cumhurbaşkanı idi zaten. Ve bu Büyük Ortadoğu Projesi bütün hızıyla devam ediyor. Dolayısıyla bugün hükümetin, bu IŞİD mevzuunda, özellikle Avrupa basınında “IŞİD’i destekliyor” yollu haberlerinin de gerçeği yansıtmadığını düşünüyoruz. Bilakis, hükümeti sanki IŞİD taraftarı gösterip, Türk kamuoyunda hükümetin desteğini sağladıktan sonra bu şekilde -çünkü, az önce söyledim, Arab müslümanlarla savaşmak istemiyor Türk halkı- bu desteği sağladıktan sonra da, o desteği alan hükümet “Reel Politik”e devam edecek. Şu ân böyle bir plân var. Anne ANDLAUER: Şu ân hükümet hergün IŞİD eşittir PKK diyor. Ali Osman ZOR: Peki IŞİD’la müzakere yapıyor mu? Meselâ, İmralı’da Öcalan ile görüştüğü gibi Bağdadî ile de görüşüyor mu? Aynı HDP binâları gibi IŞİD binâları da var mı? Polis onları da koruma altına alıyor mu? Veya Bağdadî “Meclis’ten şu kararı çıkartın!” dediği zaman, Hükümet, Meclisten o kararı çıkartıyor mu? Aynı, Abdullah Öcalan’ın dediği gibi. Bakın, Abdullah Öcalan “şu kararı çıkartın!” diyor, Hükümet çıkartıyor! Madem “IŞİD ile PKK aynı”, PKK ile yürüttüğüm müzakerelerin aynısı gibi IŞİD ile müzakere yürütüyor mu? Anne ANDLAUER: Yani aynı olacaksa… Ali Osman ZOR: Böyle aynı olur! Yoksa “aynı” diyerek, aynı olur mu? Politikada öyle şey olur mu hiç!.. Ben size, buna davrandığım gibi davranıyorsam, o ne yiyiyorsa, siz de onu yiyeceksiniz o zaman. Şimdi o et yerken siz ekmek yerseniz olmaz. Bu aynı olur mu? Bizim anladığımız siyaset budur, aynılık da budur. Anne ANDLAUER: İstediğiniz şey, Türkiye Devleti resmi olarak IŞİD ile bir temas kursun mu? Ali Osman ZOR: Ben onu istemiyorum. Anne ANDLAUER: Ne istiyorsunuz? Ali Osman ZOR: Sizin sorunuza binâen ben söylüyorum. “Hükümet dedi ki” dediniz, “IŞİD ile PKK aynı”. Ben de diyorum ki, Hükümet burada bunu retorik olarak söylüyor. İşin gerçeği bu değil! İşin gerçeği, PKK ile beraber AKP Hükümeti, “çözüm süreci”ni devam ettiriyor. Eğer hükümet açısından IŞİD da PKK ile aynıysa, Abdullah Öcalan ile bütün kamuoyuna açık olarak görüştüğü gibi Bağdadî ile de görüşsün o zaman. Onunla görüşmediğine göre, nasıl aynı olabiliyor? Veya Türkiye’de, resmî olarak “IŞİD temsilcilikleri” olmadığına göre -çünkü PKK temsilcilikleri var!- hükümet açısından IŞİD ile PKK nasıl aynı olabiliyor? Söylemeye çalıştığım; Türk kamuoyu kalbî olarak Iraklı mücahidleri destekliyor. Anne ANDLAUER: Anket yaptığınız zaman, -Eylül ayında Metropol’ün yaptığı bir anket var- Ali Osman ZOR: Ne demek istediğimi anladınız mı siz? Anne ANDLAUER: Anladım. Ali Osman ZOR: Yok, söylemeye çalıştığım anlaşılmazsa üzülürüm yani. Anne ANDLAUER: Anlıyorum… Ankette “IŞİD’a sempati duyuyor musunuz, duymuyor musunuz?” sorusuna % 1,3 “duyuyorum” diyor. Yani, sizin dediğiniz kadar büyük bir oran değil. “Yok” diyemeyiz; vardır muhakkak. Hükümet bunu da kabul ediyor. Türkiye’den kalkıp IŞİD’ın yanına savaşa giden Türk vatandaşları da var. Ama % 1,3 çok da büyük bir rakam değil. Siz ne düşünüyorsunuz? Ali Osman ZOR: Türkiye’de şöyle bir tabir vardır; bir şey söylersin, “bu resmî söylem” dersin. Arkasından, ortam müsaitse eğer, gerçeği söylersin, “bu da gerçek söylem” dersin. Şimdi Türkiye’nin dinî, tarihî, sosyolojik şartlarını ve gelişim sürecini hesab ettiğinizde, bu gelişim süreci içerisinde Araplarla Türk halkını ayrı tutmak zaten mümkün değil. Bütün İslâm Coğrafyası’nın son lideri olarak Osmanlı’yı düşünürseniz eğer,… Kaç seneden beri ülkeyi parçalamaya çalışan bir PKK örgütü de olduğunu düşünürseniz ve buna duyulan tepkiyi de onun yanına koyarsanız Türkiye’de, aslında IŞİD hakkında sorulan o sorulara verilen cevapların gerçeği yansıtmadığını anlamak için, çok da sosyolog olmaya gerek yok. Bilmiyorum anladınız mı?.. Meselâ diyelim ki, benim annem; annem ilkokulu bile bitirmedi, anlamaz olaylardan. Ama, Amerika’ya duyduğu düşmanlıktan dolayı IŞİD’ı destekliyor benim annem. Veya İstanbul’da yaşanan olaylarda, marketlerin yağmalanmasından dolayı, 70 yaşındaki insanların katledilmesinden dolayı, yine 70 yaşındaki insanların üçüncü kattan atılarak öldürülmesinden dolayı, yine destekliyor IŞİD’ı. Ama o anketlere girmiyor bunlar. Anne ANDLAUER: Peki sizce IŞİD insanları katletmiyor mu? Direk sorayım… Ali Osman ZOR: O zaman başa geliyoruz; IŞİD insanları katletmiyor, IŞİD savaşıyor! Kendi evine karışılmasını istemiyor. Ne zamandan beri savaşıyor? 2003’ten beri savaşıyor. Ve dediği şu: Defolun gidin! Karışmayın bize! diyor IŞİD. İş gele gele şu noktaya geldi; ben güzelce anlatıyorum size. “Buradan gitmeniz gerekiyor” diyorum. Siz bunu anlamıyorsunuz. En sonunda birimiz tutuyor yaka paça atıyor sizi dışarıya. Sonra da ben “kaba” davranmış oluyorum. Burada, bir şiddeti, şiddet içeren bir tavrı engellemek için -İslâm ahlâkında da bu vardır. Size nasıl bir “İslâm” öğretiliyor, bilmiyorum da- İslâm hukukunda da, karşı tarafın şiddetini engellemek için, ondan daha fazla bir şiddet uygulayabilirsin. Bir kere müslümanlar, müslüman tavrı olarak. “Zillet” kelimesini biliyor musunuz? “Aşağılanmak”, “aşağıda durmak”. Hiçbir müslüman onu kabul etmez! Müslümanlar “İzzet”e talibtir. Yukarıda durmaya, onurlu yaşamaya, dürüst yaşamaya talibtir. Şimdi siz, beni 20 seneden beri zillet içerisinde yaşatıyorsunuz… Meselâ ben size bir Avrupalı olarak sorayım: Kaç kişi öldü Irak’ta? Var mı resmî rakamlar? Anne ANDLAUER: Yüzbinlerce kişi öldü. Ali Osman ZOR: Bakın, “yüzbinlerce kişi”… “Amerikalı kaç kişi öldü?” desem, 5013 filân gibi net rakam verilir. Anne ANDLAUER: Dediğiniz şu, doğru anlıyorsam: Orada müslümanlara yapılan şiddet, Ali Osman ZOR: Hangi müslümanlara? Anne ANDLAUER: Irakta’ki, Suriye’deki… Ali Osman ZOR: Batı gücü tarafından. Anne ANDLAUER: 2003’ten beri… Ali Osman ZOR: Aslında tâ 20. Yüzyılın başından beri… Anne ANDLAUER: Şu ân IŞİD’in uyguladığı şiddeti, herhângi bir şiddeti meşrulaştırıyor. Ali Osman ZOR: Meşrulaştırıyor tabiî ki! Savaşıyor zaten. Anne ANDLAUER: Yani onu diyorsunuz. Ali Osman ZOR: Evet onu diyorum. Ve ekliyorum da; Amerika veya bir Avrupalı güç sözkonusu olduğu zaman neden “savaş” kavramıyla onun yaptığını karşılıyoruz da, İslâmcı bir şey olduğu zaman, neden “şiddet”, “katliam”, “terör”, bu kavramlarla karşılıyoruz? Hâlbu ki biz savaşıyoruz. Sen de savaşıyorsun, ben de savaşıyorum. Senin kullandığına da şiddet denir, benim kullandığıma da şiddet denir. Neden “katliam”, “şiddet”, “terör” kelimeleri hep böyle bizim coğrafyamızda yanyana getiriliyor da, Batı insanıyla yanyana getirilmiyor? Ben onu söylüyorum. Ve bu noktada, bu getirilmediği için de, bizim açımızdan, bizim coğrafyamızda yaşayan insanlar Batı gücünü, Batı dünyasını samimi bulmuyorlar artık. Batının bunu anlaması lazım. Ve işin enteresan tarafı, aklın yerleştiği, filizlendiği coğrafya olarak Batı bunu anlayacak kapasitede. Ama, sanki anlamıyormuş gibi davranıyor. Neden?!. Neden böyle yapıyor?.. Halâ bizden istediği birşey mi var?.. Evet var; “enerji kaynakları” var, “İsrail’in güvenliği” var filân. Evet, “biz bunu vermiyeceğiz!” diyor müslümanlar! Anne ANDLAUER: Bunlarla ilgili bir sözünüz vardı bahsettiğim internette yayınlanan videoda; demiştiniz ki, “Suriye’de ve Irak’ta müslümanlar hazırlıksız yakalandı. Biz hazırlık yapmalıyız!” Ve devam ediyorsunuz; “kendimizi savaşa göre örgütlemeliyiz! Kobani’ye gitmeliyiz!” Ali Osman ZOR: “Kobani’ye gitmeliyiz” demedim. O Abdullah Öcalan’ın sözüdür. “Kendimizi savaşa göre hazırlamalıyız” sözü, Abdullah Öcalan’ın sözüdür. Geçen haftalarda, Ayn-el Arab (Kobani) vesilesiyle Abdullah Öcalan yayınladığı bildiride kendisine bağlı olan bütün Kürtlere söylediği şey; “herkes kendisini savaşa göre hazırlasın!” Biz de dedik ki; bak sayın Abdullah Öcalan bile İmralıdan bunu söylüyor. Ortada bir savaş durumu var. Nasıl ki, Bosna’daki müslümanlar, dünyanın diğer yerlerindeki müslümanlar savaş geldiği hâlde bunu anlamadılar ve ona hazırlıklı olmadılar, hazır olmadıkları için de zarar gördüler. Çünkü savaşı engellemek elimizde olsa, engelleyelim savaşı. Ama engellemek elimizde değil. Biz engelleyemiyoruz savaşı. Çünü biz çıkartmıyoruz. Savaşı çıkartan taraf, başka taraf. Dolayısıyla, eğer bu savaş geliyorsa buna da hazırlıklı olmak gerek! Bu mânâda da Abdullah Öcalan’ın sözüne katılıyorum ben. O doğru bir tesbit. Anne ANDLAUER: Savaş Türkiye’ye mi geliyor? Ali Osman ZOR: Türkiye’ye geliyor savaş! Anne ANDLAUER: Siz “oraya gidip savaşalım” demiyorsunuz. Ali Osman ZOR: Demiyorum tabiî. Niye öyle birşey diyeyim? Anne ANDLAUER: Peki savaş kime karşı? Neyle? Silahla… Ali Osman ZOR: Tabiî ki. Anne ANDLAUER: Silahlandırma. Ali Osman ZOR: O ayrı. Ama gidip “Kobani’de savaşalım” demiyorum. Orada savaşıyor zaten insanlar. Bize ne. Biz niye gidip orada savaşalım. Anne ANDLAUER: Türkiye sınırlarında… Ali Osman ZOR: Biz, kendi yaşadığımız vatandan bahsediyoruz. Nasıl ki Irak’ı işgâl ettiler, Suriye’yi bir iç çatışma hâlinde bölmek istiyorlar. Bunu, Türkiye’de de yapacaklar. Anne ANDLAUER: Nasıl bir savaş olur Türkiye’de? Ali Osman ZOR: “Asıl soru” bu mu?.. “Türkiye’de nasıl bir savaş olur?” Bunu bence Amerikalılar ve Amerikan istihbarat örgütleri gayet iyi biliyorlar ve bundan korkuyorlar zaten. Türkiye’deki savaş, bizim toplumumuzun hafızasında ve köklerinde de mevcut olan “Amerikan düşmanlığı”, “İngiliz düşmanlığı”… Buradaki savaş, şu ân Batı emperyalizmini temsil eden Amerika ve onun işbirlikçileriyle, karşı duranları arasında olur. Karşı duranlar arasında Kürtler de var, Türkler de var, Araplar da var, Solcular da var İslâmcılar da var; Amerika ile işbirliği yapanlar içerisinde de Kürtler de var, Türkler de var, İslâmcılar da var, Marksistler de var. Bu böyle bir ayrışma! Anne ANDLAUER: İç savaş… Ali Osman ZOR: Ben bunu o mânâda bir iç savaş olarak görmüyorum. Çünkü Amerika böyle bir savaşı göze alırsa bu savaştan kesinlikle galip çıkamayacak. Hiç bir faydası da olmayacak onun için. Çünkü, Türkiye’de 60 yıldan beri bir Amerikan hegamonyası var. Her tarafta üsler dolu, elçilikleri var. Hayat Tarzı var Türkiye’de! Amerika’ya karşı böyle bir savaşta, takdir edersiniz ki, her taraf hedef dolu. Ve Amerika’nın bunu istememesi lâzım. Bizim açımızdansa, Amerika bu savaşı Türkiye’de istemediğinden dolayı, bu Suriye operasyonu ve çıkartılan Tezkere ile Türkiye’de birikmiş olan enerjiyi Suriye’ye kanalize etmek istiyor. Yani bizim Türk ordusunu oraya sokup, Araplarla aramıza, belki nesiller boyunca devam edecek bir kan davası da sokarak bizi belki 100-150 yıl bu sorunla uğraştırmak istiyor. Bizim dediğimiz o; biz böyle bir savaş istemiyoruz. Anne ANDLAUER: Yani 6-7 Ekim’de gördüğümüz olaylar size göre bir savaş işaretidir? Ali Osman ZOR: Bir sürü sebebi olabilir. Ama bizim için bir sebebi de, bu, Amerikan işbirlikçileri Türkiye’deki tepkiyi ölçmek için bunu yaptılar. Yoksa Türkiye’de hiçbir hareket; ister Kürtçü olsun, ister İslâmcı, ister Türkçü, sokaktaki 60 yaşındaki adamı bıçaklamaz! Türkiye’de böyle bir hareket yok. Bir insanı çıkıp üçüncü kattan atmaz!.. Çünkü her hareket bilir ki Türkiye’de, özellikle 30 yıldan beri mücadele eden Kürt Hareketi bunu gayet iyi bilir: Siz 60-70 yaşındaki bir adamı öldürdüğünüzde, bütün herkes tepki verir size! Bunu gayet iyi bilirler ve yapmazlar. Zaten onları halk yapmadı… Bu yapılarak, “Türkiye’de ne tür bir tepki gelecek?”, “ne tür bir tepki oluşacak?”, “kim, hangi tarafta duracak?” ve eğer ki bu bir iç savaşa doğru evrilirse, “iç savaşın tarafları kimler olacak?” Bence bunlar ölçülmek istendi. Ki, benim açımdan, belki de sizin şu ân yaptığınız şey de bununla alâkalı. Çok da “komplocu” olarak söylemiyorum… Ve bu normaldir. Anne ANDLAUER: Yani nasıl bir proje?… Ali Osman ZOR: Yani, “nedir durum?”. Sosyolojik olarak araştırıyorsunuz bunu. Meselâ, bu araştırmanızı yayınladığınız zaman, o yayınladığınız araştırma, bu düşünceye hizmet edebilir. Yani onu okuyan adamlar, sizin yazdıklarınızdan bilgilenirler ve “tamam. Demek böyle böyle yapılar var, böyle insanlar var, böyle örgütler var” diyebilirler. Anne ANDLAUER: Bunlar yeni bir amaçla dışarıdan tetikleniyor mu diyorsunuz? Ali Osman ZOR: Tabiî ki o iki gün tetiklendi. Niye durdu birdenbire? Niye devam etmiyor? 76 milyonluk bir ülkede, o tür olaylar, birden bire bıçakla keser gibi, durabilir mi hiç? Niye durdu?.. IŞİD mevzuuna gelirsek. Biz IŞİD’çı filân değiliz. Biz İBDA Fikir ve Aksiyon Hareketi’ne bağlıyız. Ve bu hareket de Türkiye’deki tek “Millî Hareket”tir! Bu hareketin ilk kurucusu Necip Fazıl Kısakürek’tir. İlk Mimarı. Daha sonra da, O’ndan bayrağı devralan, Salih Mirzabeyoğlu’dur. Salih Mirzbeyoğlu 16 seneden beri cezevindeydi. Geçen 22 Temmuz’da, Ramazan Ayı’nda çıktı. 16 sene boyunca da Zihin Kontrolü İşkencesi’ne maruz kaldı, bugün de bu işkence devam etmektedir. Bu işkencenin sebebi olarak biz, Salih Mirzabeyoğlu’nun, bugün Batı’da da ihtiyacı hissedilen bir İdeolocya, bir Dünya Görüşü sunmasından kaynaklandığını düşünüyoruz. Çünkü bugün, Batı akademik çevrelerinde de tartışılan bir konu olarak “ilimlerin bütünlüğü” kayboldu. Yani Batı’nın bugün yeni bir Platon’a ihtiyacı var. Kendileri de bunu hissediyor zaten, fikir adamları bunu söylüyor. İhtisaslaşma, bütünlüğün aleyhine olarak artıyor. Ve bugün Batı’da bu bütünlüğü kurabilecek ikinci bir Hegel çıkmadı meselâ! Batı’nın beklediği bu insan, bu topraklardan çıktı! Ve bunu ideolocya olarak, 58-60 tâne eseriyle koydu ortaya. Ve 16 seneden beri -hani o “İslâmcı Hükümet” diyorsunuz ya- İslâmcı Hükümetin iktidarında cezaevindeydi. 22 Temmuz’da da çıktı. Dolayısıyla bizim çizgimiz, bizim hareketimiz belli. Bizim hareketimiz bugünün hareketi değil. Meselâ on sene cezaevinde yattım. IŞİD o mânâda dün çıktı. Ama meselâ ben, 1991 yılında “Irak Casusu” diye cezaevinde yattım. İlk Körfez Savaşı’nda. Hâliyle bize “IŞİD’çı”, “IŞİD’i bilmem ne yapıyor” filân değil. Burada mesele başka. Nasıl ki 11 Eylül’de Fransız gazeteleri “Hepimiz Amerikalıyız!” diye manşet atmışlardı, bugün de biz, hepimiz Arabız! Anne ANDLAUER: Ama bir yazınızda da “IŞİD Sen Oradan, Biz Buradan” diyorsunuz?… Ali Osman ZOR: İşte onu diyorum. “Nasıl ki Fransız gazeteleri atmıştı ya” diyorum. Anne ANDLAUER: Ama Araplarla IŞİD’i eşitliyorsunuz?.. Ali Osman ZOR: Öyle zaten! IŞİD bir Arab örgütü zaten. Ne örgütü IŞİD? Anne ANDLAUER: Bütün Arapları mı temsil ediyor?… Ali Osman ZOR: “Temsil eder”, “etmez” o ayrı birşey. Ama Irak Savaşı’nda, 2003’te çıkmış ve Saddam Hüseyin’in BAAS’ının subayları tarafından eğitilmiş, kurulmuş bir örgüt bu. Bugün herkes biliyor. Meselâ IŞİD’i konuşuyoruz, İzzet İbrahim’i niye konuşmuyoruz? Niye konuşmuyor batı? İzzet İbrahim de orada! Ve şu ân savaşıyor da orada! Anne ANDLAUER: Dolayısıyla siz herhângi bir çağrı yapmıyorsunuz?… Ali Osman ZOR: Ne gibi? Anne ANDLAUER: Türkiye’de size sempati duyanlara olsun, diğerlerine “orada gidip IŞİD’in yanında savaşın” diye. Ali Osman ZOR: Hayır, hayır… Anne ANDLAUER: Yani diyorsunuz ki, “buraya gelirse” Ali Osman ZOR: Aynı işgâlci, Amerikan işgâli… Şöyle söyliyeyim; dediğiniz doğru, ben onu demiyorum. Benim dediğim şu: Orada gördüğünüz, Irak’ta gördüğünüz açık işgâl, 60 yıldan beri, perdelenerek Türkiye’de de devam ediyor. Bir ülkede, yabancı bir devletin askerî bir gücünün bulunması ne anlama gelir? Meselâ Amerikan üsleri var bizde, sayısı bile belli değil. Adana İncirlik Üssü, Sinop’ta filân… Bu ne demek? Anne ANDLAUER: Sizin için ne demek? Ali Osman ZOR: Benim için işgâl demek! Ve bu 60 yıldan beri sürüyor!.. Ben de diyorum ki, Türkiye’de, artık bu işgâle karşı durabilecek bir enerji var. Anne ANDLAUER: Evet. Ali Osman ZOR: Bu enerji ne düzeyde diye, o 6-7 Ekim dediğiniz olaylarda bu test edildi. Ve bu görüldü. Eğer ki buna devam etmek isterlerse Amerika ve işbirlikçileri -onun ortakları, onunla beraber hareket edenler; PKK, AKP farketmez!- ile bu millet savaşacak diyorum ben! Anne ANDLAUER: Yani silâh alıp savaşacak. Ali Osman ZOR: “Silah alır”, aynı Kurtuluş Savaşımızda -1919’da, 1914’de Birinci Dünya Savaşı’nda- Fransızlara, İngilizlere yaptığımız gibi, isterse kazma ile de savaşırız! Baltayla da savaşırız! Anne ANDLAUER: Biliyorsunuz şu ân, İncirlik Üssü açılacak mı açılmayacak mı? Tezkere böyle bir hak tanıyor. Yabancı askerleri Türkiye içinde bulundurma. Diyorsunuz ki, bu gerçekleşirse, şu ân böyle birşey yok, ama gerçekleşirse… Ali Osman ZOR: “Herkes dikkatli olmalı!” diyorum, bu gerçekleşirse. “Beklenmeyen mallar pazara gelir” diyorum. Anne ANDLAUER: Siz ne yaparsınız şahsen? Ali Osman ZOR: Bakalım! Allah bilir… Bu da çok açık bir soru oldu, yalnız. Anne ANDLAUER: Bilmiyorum. İhtimâller üzerine konuşuyoruz ama… Ali Osman ZOR: Peki siz ne düşünüyorsunuz böyle birşeyde? Türkiye’yi “gözlemleyen biri” olarak?.. Anne ANDLAUER: Neyle ilgili?.. Ali Osman ZOR: (…)… Türkiye’nin Tarihî Misyonu İslâm Coğrafyası’na Liderlik yapmak. Bugün, iç ve dış şartlar, İBDA İdeoloğu, Kurucusu Sayın Salih Mirzbeyoğlu’nun ifâdesiyle; “şartlar, Türkiye’yi Tarihî Misyonunu tekrar üstlenmeye zorluyor!” Yani bu Hükümetten, örgütlerden bağımsız olarak… Çünkü “şartlar”ı biz oluşturmuyoruz! Bu şartlar, kendisi oluşuyor; hem ülke içi şartlar, hem ülke dışı şartlar. Eğer ki Türkiye, bu Tarihi Misyonu’nu üstlenmezse yok olup gidecek. Bunu Türkler biliyor! Bunu hissediyor Türkler… Dolayısıyla da, bizim, bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak ikinci bir alternatifimiz yok. Bugün, yarın, öbür gün; ama çok kısa bir süre içerisinde biz, Batı gücünü, Batı emperyalizmini bütün kurum ve kuruluşlarıyla, “Hayat Tarzı”yla bölgemizden kovmak için, İslâm Dünyası’na liderlik yapmak zorundayız! Bugün İslâm Dünyası’nın sorunu bu zaten: İslâm Dünyasında savaşan örgütler var. Ama siyasî olarak, demin “IŞİD’in projesi var” dediniz de, IŞİD’in projesi, o mânâda Batı gücünü durdurabilecek bir proje değil. Yani, İdeolojik olarak, Hayat Tarzı olarak, siyasî olarak… Anne ANDLAUER: Sizin Büyük Doğu… Ali Osman ZOR: İBDA!.. Büyük Doğu – İBDA! Anne ANDLAUER: Projesi var. İBDA ile IŞİD’in getirmeye çalıştığı amaç ile birebir aynı mı? Ali Osman ZOR: Değil!.. Anne ANDLAUER: Nasıl farklı? Ali Osman ZOR: Burada “anlayış” farklı! Yani aynı İslâm’a inanıyoruz ama, İslâm’dan anladıklarımız farklı. Yani biz aynı Kur’ân’a inanıyoruz, aynı Peygamber’e inanıyoruz; ama onun tatbikinde, uygulanmasında farklılıklar var. Bizim iddiamız, İslâm, bütün bir “ideoloji”, “anlayış”, “dünya görüşü” hâlinde ortaya konulması gerekir. Yani, “burada böyle olmalı”, “orada öyle olmalı” filân değil. Bütün bir sistem hâlinde ortaya konulup, öyle tatbik edilmesi gerekir. Bizim İBDA dediğimiz ideoloji, bu tatbikin ruhudur! Bu mânâda da, bizim iddiamız odur ki, dünyada savaşan bütün İslâmcı hareketlerin, -hattâ daha da ileri gidip, çünkü bir arayıştır, ihtiyaçtır bu- hattâ 3. dünyada emperyalizme karşı savaşan örgütlerin temeli, kaidesi de İBDA’dır. Neden savaşıyor insanlar? Bir ihtiyaca binâen. Birşey, ihtiyaç olarak dayatıyor kendisini. Nedir o ihtiyaç? Bütün dünya için söylüyorum: Amerika için, Avrupa için, Türkiye için, Ortadoğu için… Sistem ihtiyacıdır!.. Bu “sistem ihtiyacı” için 1. ve 2. dünya savaşları yapıldı. Ama Birleşmiş Milletler Rejimi, bu sistemi karşılamıyor artık. Ve bugün, Yeni Bir Sisteme ihtiyaç var. Bu sistem içerisinde yer almayan hiçbir milletin hayat hakkı olmayacak. İslâm Coğrafyasının zorlamasının sebebi de bu zaten. Artık bu sisteme dahil olmak istiyor. Yani emir veren, karar alan konumunda olmak istiyor müslümanlar! Birleşmiş Milletler’de 5 tâne adam istemiyor! Anne ANDLAUER: İstediğiniz Hilâfet değil yanlızca… Daha geniş… Ali Osman ZOR: Tabiî ki! Yönetmek istiyoruz biz! Biz Amerika’yı yönetmek istiyoruz! Biz Fransa’yı yönetmek istiyoruz! Anne ANDLAUER: Bütün dünyayı!.. Ali Osman ZOR: Bütün dünyayı yönetmek istiyoruz! Anne ANDLAUER: Sadece bölge için konuşmuyorsunuz…. Ali Osman ZOR: Değil!.. Allah bize bunu söylüyor! Ve İBDA dediğimiz şey… Bundan korkacak birşey yok!.. Şu ân Amerika’nın bütün dünyayı idare etmesinden niye korkmuyorsunuz meselâ? Bir Fransız olarak? Niye tedirgin değilsiniz? Anne ANDLAUER: Amerika bir ülke… Ali Osman ZOR: Ama 250 yıl önce bir ülke değildi! Avrupa’daki hırsızlar, ayyaşlar, berduşlar gittiler orada… Anne ANDLAUER: Devlet yani. Silahlı güçleriyle, hükümetiyle, devlet. Ali Osman ZOR: Hâ, ben de o devleti kurduğum zaman sorun kalmaz o zaman değil mi? Anne ANDLAUER: Yok, onu demiyorum. Ama bahsettiğiniz şey farklı yani, aynı değil… Sınırlar ve ülkeler arası… Ali Osman ZOR: Zaten bu işler yavaş yavaş başlar. Bizim Osmanlı kurulduğunda da küçük bir “beylik”ti. Sonra, yavaş yavaş, sınırlarını arttıra arttıra gitti Viyana’ya kadar dayandı… yani bu vizyon, bu projeksiyon bir müslümanda olduğu zaman, Batılı bundan rahatsız oluyor. Neden rahatsız oluyor? Çünkü, anladığım kadarıyla -ki, hak veriyorum bu rahatsızlığına- özellikle Avrupalı açısından, 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan bir Avrupalı, artık bunu istemiyor. Bunu istemediğinden dolayı da, bu hedefi önüne koyan hareketlere karşı hem propaganda ve hem de askerî açıdan çok şiddetli saldırıyor. Çünkü Avrupalının o hafızası tâze. Onu biz anlıyoruz. Meselâ Osmanlı ordusunun Viyana kapısına dayanması bir Avrupalı için çok yeni birşey. Bizim Türklere unutturdular bunu ama, meselâ bir Fransız, bir Alman, bir Avusturyalı bunu biliyoruz. Yani oradan biz empati yapabiliyoruz. Orada sorun yok! Anne ANDLAUER: IŞİD çıkınca korku yaratılıyor. Avrupalı korkuyor mu diyorsunuz?.. Ali Osman ZOR: Korkuyor! Bir daha Osmanlı gbi bir Devlet olmasın diye, elinden gelen herşeyi yapıyor. Bunun için de bütün propaganda araçlarını, askerî araçlarını; hepsini kullanıyor. Ama biz ne yaparsak yapalım, bugün Amerika ve Avrupa ne yaparsa yapsın, mevcut sistem, mevcut düzen, dünya sistemi çökmüştür! Bunu biz söylemiyoruz, bunu Amerikalı sosyologlar söylüyor, siyaset bilimcileri söylüyor. Aydınları söylüyor, fikir adamları, ilim adamları söylüyor. Ve bugün, bizim bölgemizde yaşanan savaşlar, aslında yeni bir sistemin habercisi niteliğinde savaşlar. “Ama ne çıkacak bu sistemden?” Daha kimse bilmiyor. Yani bunlar, öyle laf olsun diye yapılan savaşlar değil. Çünkü, bütün dünyanın ihtiyacı hâlinde kendisini gösteriyor bu sistem. Herkesin “sistem”e ihtiyacı var bugün. Amerikanın da var. Çünkü mevcut ekonomik, iktisadî, siyasî sistemle veya uluslararası sistemle işler yürümüyor artık. İşte bir IŞİD çıktı bakın; sistem dışı bir hareket çıkınca, sistemin bütün unsurlarının hesabını bozdu! Dolayısıyla, bugün Amerika’nın ve müttefiklerinin, bizim için yasadışı müttefiklerinin, yasadışı ordularıyla buraya saldırması, aslında kendilerini muhafaza, mevcudu, mevcut düzeni koruma amaçlı. Anlatabildim mi? Anne ANDLAUER: Anladım. Ali Osman ZOR: Dolayısıyla sistem teklifi hâlinde biz, Başyücelik Devleti olarak kendi teklifimizi sunuyoruz. Yani bu, bizim teklifimizdir. Yani İBDA ile IŞİD yada diğer İslâmcı hareketler arasındaki farkı bilmek lâzım. Yoksa, meselâ Fransa destekliyor Amerika’nın operasyonlarını. Ama Fransa ile Amerika arasında da bir fark var. Dini olarak, o Katolik, o Protestan; o laik, o seküler, o daha ulusal, o daha federal filân, farklar var. Dolayısıyla Fransa ile Amerika arasındaki bu farkı bilmeden doğru tahlil yapamayız. Bu izâhı onun için yaptım. Anne ANDLAUER: Teşekkürler.

SEÇİM DEĞERLENDİRMESİ: MİLLET, AKP’Yİ İKTİDARA ÇİVİLEDİ!

Seçim sonuçlarını değerlendirirken, var olmayan “sanal hakikatler”i aşarak meseleye bakabilirseniz eğer, işte o zaman sağlıklı neticelere ulaşabilir, doğruya en yakın tespitlerde bulunabilirsiniz. Bu da, ancak siyasî ve sosyal şartların doğru tahlil edilmesiyle mümkün olur. İlk dikkat edilmesi ve sorulması gereken soru, bizce şudur; AKP, 7 Haziran Seçimleri’nde niçin yenildi de, hemen ardından gerçekleştirilen 1 Kasım seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkmayı başarabildi? 5 ay zarfında ortaya çıkan ve 1 Kasım’da zaferi getiren değişiklik neydi? İlk önce negatif, hemen ardından pozitife dönüşen %9’luk oy hareketliliği, bunun yanında MHP’nin oylarının düşmesi, HDP’nin 7 Haziran’da aldığı oyları tekrar iâde etmesi ve Cemaati “baş düşman” olarak işaretleyen Vatan Partisi’nin bir önceki seçimde aldığı oy oranının neredeyse bu seçimde yarı yarıya inmesi, var olmayan “sanal hakikatler” ile tam olarak izah edilemez. 1 Kasım’da elde edilmek istenen netice, aslında 7 Haziran’da elde edilmek istenmişti. Adına “Çözüm Süreci” denilen bölünme süreciyle girilen 7 Haziran seçiminin esas stratejisi % 10 barajını aşarak meclise giren HDP ve tek başına hükümet kurabilen AKP… Fakat, siyasî şartların ve toplum hissiyatının doğru analizi yapılamadığından olsa gerek, bu netice o gün elde edilemedi. Geçen seçimin gizlenen bu stratejik hedefi, bu seçimde gerçekleşti. Ama, geçen seçimden farklı bir propagandayla, yani “çözüm süreci”yle değil de, çözüm sürecinin buzdolabına kaldırılmasıyla. Hükümet, elindeki medya gücüyle belli başlı konularda manipülasyon ve spekülasyon yapsa da ve hattâ bu yaptıklarının kitleler üzerinde belli bir etkisi olsa bile, bu durumun seçimin sonucu üzerinde zannedildiği gibi çok büyük bir etkiye sebep olmadı. İçinde bulunduğumuz çağın, insanlara mevcut olmayan, sanal bir “hakikat” sunabilme özelliğine sahip olduğunu, herkes gibi biz de kabul ediyoruz. Fakat bu durum, sanıldığının aksine ilânihâye sürdürülebilir bir özelliğe sahip değil. Çünkü bu durumun, kitleleri uydurulmuş sanal “hakikatler” etrafında çok hızlı bir şekilde birleştirebilme özelliği olduğu gibi, ilk darbede bu birleşen kitlelerin aynı hızla çözülüp dağılmasına sebebiyet verecek özelliği de içinde barındırmakta olduğu bir gerçek. Var olan siyasî şartların yerine, onları gizlemek için üretilen “sanal hakikatler”, gün gelir, iç ve dış sosyal ve siyasî şartların zorlayıcı etkisiyle bir ânda ortadan kalkabilirler. Hükümet medyasının Fethullah’ı “Baş Düşman” olarak gösterip, bütün partileri de onun arkasında dizilmiş algısı oluşturma gayreti en üst seviyeye çıkmış olsa da, insanlar bu seçimde “kim Fethullah’a karşı ise…” mantığı üzerinden oy vermediler. Yani, Fetullah’ın “Amerikan Ajanı” olduğu ve ipini de Washington’un tuttuğu propagandası, bizce çok da etkili ve seçimin sonucunu belirleyici olmadı. Yukarıda da ifâde ettiğimiz üzere, medya imkânları kullanılarak üretilen var olmayan “sanal hakikatler” kitleler üzerinde belli bir etkiye sahip olsa da, %9 oyun tekrar AKP’ye dönüşü bizce bu şekilde izah edilemez. Diğer taraftan velev ki, AKP’nin oylarını arttırmasının sebebi bu olsa bile, bu suni bir sebeptir, siyasî şartlar ise daha farklı ve hakikat de bu değildir. Bu noktada biz sadece şuna dikkat eder ve onun hesabı içerisinde oluruz: Hemen hemen her zaman üretilmiş “sanal hakikatler” etrafında insanların birleşmesi, şartların bir öncekinden daha vahim olduğuna işaret eder; İnsanlar, AKP’ye bu sun’i sebebelerden veya var olmayan “sanal hakikatler” üzerinden oy vermediler. Neredeyse bütün sebepleri de kendisine bağlayan tek bir sebepten dolayı oy verdiler; Vatanın ve Millet’in, Amerikan Kara Ordusu Etnikçilik tarafından bölünmesini ve parçalanmasını bu Millet istemiyor. Bu sebepten dolayı “barış”, “kardeşlik”, “börtü-böcek” edebiyatıyla yürütülen bir propagandaya değil de, savaş dili ile meydanlarda kendisine anlatılan siyasete oy verdi. Diğer sebeplerin de bağlı olduğu ana sebep bizce budur. 7 Haziran ve 1 Kasım arası zamanı ve şartları masaya yatırdığımızda bu sebep zaten kendiliğinden ortaya çıkacaktır. İnsanlar her şeyden önce en temel içgüdü hâlinde huzur ve güvenlik isterler. Huzuru bozucu ve güvenliği tehdit edici her hareketin karşısında durmak, neredeyse insan tabiatının bir gereğidir. Seçim sonucunu değiştiren sebebi anlayabilmek için, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerine AKP hangi argümanlarla girmişti, önce ona bakalım: 7 Haziran seçiminde yapılan propaganda faaliyetinin argümanları şunlardı: – Çözüm Süreci (Bölünme Süreci) – Arab Direnişine karşı Türk-Kürt ittifakı… – “Esas Düşman IŞİD” politikası… – İncirlik’in ABD’ye açılıp Amerika ile ortak operasyonlar yapılması… – YPG-PKK’ya her türlü yardım verilerek Suriye’nin Kuzeyi’nin “Kuzey Suriye”leşmesi… – Başkanlık Sistemi… – Anayasa Değişikliği… En önemlisi de; – Bu propagandayı meydanlarda bizzat Erdoğan’ın yapması. 7 Haziran seçimlerine bu argümanlarla giren AKP yenildi. Seçimlerin hemen arkasından ise, “çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı” ve savaş başladı. Başka bir ifâdeyle 25 Mart 2015’de Adımlar’a yapılan saldırıyla başlayan süreç, 7 Haziran’dan sonra resmi bir hüviyet kazandı. Kasım Seçimi’nin propaganda argümanları ise şunlardı: – Diyarbakır’ı fethediyoruz, Bölücü Terör’ün kökünü kazıyoruz. – Bölücü Terör’ü besleyen Üst Akıl’dır.(Bu üst akıl kavramını hükümet yetkilileri insanların Amerika olarak algılayacaklarını bilerek kullanıyorlar, bu hususa dikkat edilsin.) – Başkanlık Sistemi ve Anayasa Değişikliğinin adının anılmaması… – Ön plâna Millicilik-Milliyetçilik, bütünleşme ve Vatanseverliğin alınması… – Seçime birkaç gün kala YPG’nin vurulduğu açıklanmış, Kuzey Suriye” tabiri rafa kaldırılarak, yeniden “Suriye’nin Kuzeyi” kavramının kullanılması… – Hatta “Zalim Esed” yeniden “Esad” oldu. Davutoğlu bunu üç-dört kez ifâde etti. – Batı’nın, Dış Güçler’in Hükümete düşman olduğu ve PKK’yı destekleyerek ülkeyi bölecekleri, yine propaganda faaliyeti boyunca özellikle hükümet yanlısı medyada devamlı tekrarlanan baş argümandı. – PKK muhatap alınıp masada müzakere yapılması gereken “siyasi hareket” olmaktan çıkarılıp, tekrar “Eli kanlı Terör Örgütü” hâline getirildi. En önemlisi de; – Medyada ve miting alanlarında “Kurtuluş Savaşı” havası estirilirken, “Çözüm Süreci Mimarı” ne Tayyip Erdoğan ne de bu süreci yürüten hiçbir danışman meydanlarda gözükmedikleri gibi ekranları da fazla işgal etmediler. 7 Haziran’dan sonra “milli öfke” hedefini bularak harekete geçmiş ve sokaklara taşmıştı. “Esas düşman Amerika terör örgütü ve bu örgütün Türkiye’yi bölmeye çalışan kara gücü PKK” anlayışı kitleler tarafından bu şekilde ifâde edilemese dahi, onları öfkeli bir hâlde sokağa çıkaran asıl saik buydu. Sokağa taşan bu “milli öfke” ayrıca 7 Haziran’a kadar uygulanan yanlış politikaların da bir neticesiydi. Başka bir deyişle, AKP kanadının bu “milli öfkenin” sokaklara taşmasında hiçbir dahli olmadığı gibi, bu öfke, ona duyulan şiddetli tepkiyi de içinde barındırıyordu. Fakat, AKP’nin seçim süreci boyunca ve medyada kullandığı savaş dili, bu öfkenin ona yönelmesini engelledi. Ordusu ve polisiyle silahlı gücünün, karşı karşıya olduğu emperyalist bölücü saldırıda etkisiz bırakıldığını bir anda sezen milletin, “durumdan vazife çıkararak” vatan savunmasını üstlenmesinin ardından, kendine gelen Silahlı Kuvvetler’in bir kısmı, sokağa taşan “milli öfkeyle” eş zamanlı olarak harekete geçti. Her iki durumun da hükümete rağmen ortaya çıktığını, bilmesi gereken herkes biliyor. Bu Millî Öfke’nin Din temelli olması ise, uluslar arası güçleri tedirgin eden unsurların en başında geliyordu. Belki de, Cumhuriyet tarihinde ilk defâ Din temelli bir Vatanseverlik anlayışı, sokaklarda Batı’ya karşı öfke şeklinde yükseliyordu. AKP kurmayları şartları iyi tahlil ederek milletin hissiyatına uygun olan “Ortak düşman Amerika ve onun bölücü işbirlikçileri” politikasını hemen benimsediler ve seçim stratejisini de bunun üzerine bina ettiler. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu seçim Adımlar’ın “Ortak-Esas Düşman Amerika ve O’nun Bop’çu yerli işbirlikçileri” Politikası üzerine bina edilen bir propaganda anlayışıyla geçmiş, neticede AKP bu anlayışı söylem bazında benimsemiş görünse dahi, ipi göğüslemesi için bu bile yetti. Milletin bu ana damarının ve iradesinin bu şekilde tecelli etmesi, eminiz ki kafası çalışan bir çok AKP kurmayını tedirgin etmiştir. Bundan sonra, geçmiş politikalar bir kenara bırakılarak bu hissiyata uygun stratejiler geliştirmek, AKP için artık kaçacak bir yerin kalmadığını gösterdiği gibi, “aldatma” ve “yalanla iş görme devrini” kapatmayı da ihtar etmekte. Nasıl davranacakları ve hangi politikalar doğrultusunda hareket edecekleri ayrı, fakat bizce bundan sonraki siyasi hayatlarının devamı, tecelli eden bu iradeye uygun hareket edip etmemelerine bağlı. AKP Medyasının, Batı’nın desteklediği etnikçiliğe karşı yürüttüğü bu propagandanın hedefine ulaşıp, seçimi AKP’ye kazandıran tek sebep olduğunu tespit ettikten sonra, bizim hükümete söyleyeceğimiz şudur: “Bunlar meydanlarda söylediklerine aykırı olarak, yine eskisi gibi davranacaklar” düşüncesini hiç dile getirmeden diyoruz ki: Buyur yap!.. Milletin % 50’si sana, kullandığın Batı karşıtı dilden dolayı oy verdi ve iktidara tekrar taşıdı. Oy vermeyen diğer % 50’nin büyük çoğunluğu ise, Batı politikalarını desteklediğinden dolayı değil, senin yalan söylediğini düşündüğünden, yani Batı’ya ve Batı’nın desteklediği etnikçiliğe karşı olduğuna inanmadığından oy vermedi. Oy vermeyenlerin bu düşüncelerini de hesap ettiğinizde, destek oranının aslında % 80’lere vardığını görürsünüz. Hâliyle kaçacak, kıvıracak hiçbir nokta kalmadı. Bunun mânâsı şudur: MİLLET, AKP’Yİ İKTİDARA ÇİVİLEDİ! Bundan sonraki müspet veya menfi tavrımızı seçim meydanlarında söylem üzerinden dile getirilen bu politikaya AKP’nin, uygun davranıp davranmadığı belirleyecek. Batı karşıtı bu politikaya uygun her davranış bizden, FİİLÎ TUTUM VE TAVIR hâlinde destek bulacaktır. Bu kadar açık ve net. Bu da şu demektir; Büyük Hesaplaşma’nın nihayetine yaklaştığımız bu süreçte, yeni bir safhaya girdik. Yani, Bazı şeylerin “bitişi” değil, “başlangıç” aşamasındayız. Millet, AKP’ye “nereye gidiyorsun? Daha Tekirdağ’dan Hakkari’ye kadar kıpkızıl karpuz keseceğiz!” dedi. Seçimin sonucunu ve bu sonuca karşı tavrımızı izah ettikten sonra, seçimle muhtevası gün yüzüne çıkan bu “çadır tiyatrosu”nu ve bu tiyatrodaki iktidar-muhalefet ilişkilerini tahlil etmeye geçebiliriz. Ali Osman ZOR

“SOSYAL MEDYA”DA DİKKAT ÇEKENLER: “ELVERİR Kİ ALLAH OL DESİN”

Bugünden itibaren, “sosyal medya gerçekliği” içerisinde ifâde edilen bir takım hakikatlerin kaybolup gitmesine izin vermemek adına, internet sitemizde yayınlayacağız. Okunmaya değer gördüğümüz müsbet yazı ve yorumları, tek veya birçok değerlendirmeyi paylaşarak, yazarlarının “sosyal medya”daki ismiyle dikkatlerinize sunacağız. Bu çerçevede, son dönemde dikkatimizi çeken bir isim olan Serhat Oğuz’un değerlendirmesiyle başlıyoruz. ADIMLAR Dergisi “ELVERİR Kİ ALLAH OL DESİN” Meselenin özeti aşağıdaki şu satırlarda; “Siz, Demokrasi oyunu içinde kurduğunuz “çadır tiyatrosu”nun devamı için “seçim” adı altında Milleti oyalamaya, kandırmaya devam edin. Ama bilin ki yalanla, kandırmayla iş görme dönemi artık kapandı. Başkalarının tarafı ne olursa olsun, bizim tarafımız ne sizin ne de onların tarafı… Muradı kestirebilme gayreti içerisinde “taraf ilzam etmez olan” Kaim’in tarafındayız! Kaim’i bildiniz, değil mi? Sona yaklaşmakla beraber, Hesaplaşma bitmedi.” Sayın Ali Osman Zor’un kaleme aldığı düşünülmüş son yazısından yaptığım alıntı burada bitiyor… ŞİMDİ; Ülkenin yarısını “kâfir” ilan ederek Işid militanlarını bile hayrete düşüren, türübünde yerleştiği koltuktan bugüne kadar hiç kalkmayan, anlaşılıyor ki kalkmaya da artık niyeti olmayan, yapılan ve şahit olduğu her türlü kötülüğü ve pisliği unutmaya hazır ve unutmak için de hiçbir fırsatı kaçırmayan; oyuncunun kimini alkışlayan kimini de yuhalayan, maç bitince de zıbarıp yatan seyircinin yuhaları, sevincini ifade ettiğini zar zor anladığımız hırıltılı ağzı köpüklü bağırışları sadece, SOĞUKKANLILIĞINIZI bozmaması gereken tiksindirici malzemedir. Oyuncu tek tek buna değer vermez ve tiksinir ama, netsin neylesin bu oyun onun malzemeliğinde oynanmak zorunda. Tuttuğunuz tarafın aktif oyuncusu olarak sahadaysanız, mevzilendiğiniz bir cepheniz varsa, ancak o zaman faaliyetin doğrusundan ve yanlışından bahsedilebilir. Sahip olunan iktidar imkanları, yönlendirme ve susturma şeklinde sonuna kadar kullanılarak rızaların çalındığı bir seçimin neticesi, İktidarı fethetme niyetli fethedilmiş fatihleri moral olarak etkileyemez. Sadece getirdiği, götürdüğü ve bundan sonrası için değerlendirme mevzuudur. Enerjinizi seyirciye harcamayın; sizin değerlendirmeniz gereken, stratejiye bağlı bir anlayışla taktik olarak lif lif, unsur unsur çözmeniz icab eden ŞARTLAR ve diğer OYUNCULARDIR. Kendisini size çözüm olarak sunan MESELELER VE İHTİYAÇLAR ancak böyle tesbit edilebilir. Yeni ittifaklar böyle tesis edilirken, eskiler de aynı şekilde gözden geçirilir. Değişmeyen gündem maddemiz olan “İÇ OLUŞ” süreci yol kenarına oturmuş çekirdek çıtlayan seyircinin, sizi kızdırmak için çıkardığı kuru gürültüye feda edilmesin. Bazı yetkili ağızların ara ara ağızlarından kaçırdığı “otorite boşluğu yok, iktidar boşluğu yok,” ifadelerine dikkatini ver. Bir boşluk var ki “yok” deme ihtiyacı hissediyorlar. O boşluğu tespit edip doldurmak “yapılması gerekenin” ta kendisi. Hangi söylemle seçim kazanıldı ona dikkat et. Hissiyata tercüman olmasaydı toplumda karşılığı olmazdı. Bütünleşme, millilik,bağımsızlık, vatan severlik ve hepsinin temelinde din.. Kaos ve kriz korkusuyla mevcut iktidarın arkasında durma psikolojisini ise zaten biliyorsun. Onlar yalanla iş görebilir ama, söylem doğru. İşte boşluk buralarda aranmalı. Bu söylemin gereği yapılarak, göz önünde bu söyleme uygun yapı teşekkül ettirilmeli. Bunu ya yaparsın veya oyun dışı kalırsın. Neticesi belli olan bir seçimden dolayı seyirci kazanana sevinmiyor, buraya dikkat et, o senin delirmene seviniyor. Yoksa yarın herşeyi unutacak yine başlayacak ah Irak, vah Suriye, uf Afganistan, vay Filistin, aman Türkistan demeye.. Bu ahlara vahlara sebep olanı unutmuş, hatta onu desteklemiş olarak. Ortaya çıkan ve çıkacak olan vicdan azabını bastırmak için seni delirtmeye hatta, mümkünse kendisi gibi yapmaya çalışıyor. Oyuncuyken seyirci seviyesine ve ahmaklığına düşmek yok! Gevezeliğe pirim vermek yok! Biz avcıyız; Zihni dağıtmak, dağıtacak ahmağa pirim vermek yok, kaç ondan. Dikkati, kontrolü elden bırakmak yok. El yürekte, göz hedefte. “El verir ki Allah OL desin!” Sakin olmak hamle sahibi olmanın özelliklerindendir. Kaynak: 

MÜSLÜMANLARA GÖZALTILAR VE DİLSİZ ŞEYTANLAR

Türkiye Cumhuriyeti’nde “adalet” ve “hukuk” kavramının konuşulduğu onyıllardır sistemli olarak yapılagelen kat’i bir uygulama vardır: – Gazeteler, televizyonlar, Küçük Amerika Düzeni’ne, Amerika Terör Örgütü’ne karşı tavır alanlara karşı ne zaman “İslâmcı Terör” narası atsa, hükümetler, emniyet kuvvetlerine operasyon emri verir ve masum olmasına bakılmadan Müslümanların evleri uzun namlulu silahlarla basılarak, insanlar gözaltına alınır. Bu gözaltına alınmaların neticesini bir yüzdeye vursanız, %1’inin dahi tutuklanmadığını görürsünüz. Peki o şirret medyada, gözaltına alınan %99’un evlerinin basılmasındaki adalet ve hukuksuzluğu söz konusu edip, soran var mı? Elbette yok! Hükümetin “yandaş”ında da, güya karşısında duran sahte “düşman”ında da, ortak olan İslâm’a ve müslümanlara düşman zehirli bir dil! Sabah, Habertürk, Vatan, Hürriyet ortak başlık atmışlar: “PENDİK’TE IŞİD KAMPI KURMUŞLAR!” “Amerika’nın Sesi” internet sitesi dahi bu kadar aşağılık bir şekilde hüküm verici bir dil kullanmaya cesaret edememiş ve “İstanbul’da IŞİD Operasyonu” başlığını atmış. Kraldan çok kralcılık, Yalancılık, iftira, gammazcılık, zulmü alkışlamak, bu tamamı ahlâksız medyanın müttefik oldukları İslâm Düşmanı dilin unsurları. Söylemde Müslüman görünüp, “mümin kardeşlik hukuku”na hiç esmeyen “İslâmcı medya” ve “İslâmcı Camiâ” da bu dilin “sessiz ortak”ı. Güya karşı oldukları Amerika’nın yaptığı IŞİD canavarlaştırmasına ayak uydurarak veya “paralel örgüt” paravanı etrafında sürdürülen operasyonlarla gözaltına alınan binlerce masum müslümanın hakları ile ilgili bir hassasiyet var mı? “IŞİD’i seviyorsa evleri basılsın!” “Gülen’i seviyorlarsa, evleri basılsın!” Amerika’nın Esas Düşman tayin ettiği IŞİD’e sempati duymak veya Fetullah Gülen’e sempati duymak gerçek bir hukuk anlayışı altında suç değildir ki! Hamaset edebiyatı yapmayı bırakıp, Amerika Terör Örgütü’ne karşı daha iyi mücâdele et de, sana sempati duysunlar! Asıl sorumlu olarak Siyasî İktidar mevkiînde değilmişsin gibi icraatlarını başkalarının üzerine atma kolaycılığına kalkma da, Gülen yerine seni sevsinler! Binlerce masum müslümanı, IŞİD’in Amerika’ya ve bölgedeki işbirlikçilere karşı yaptığı bir eylemi “facebook’ta beğendiği” için gözaltına aldıran ve polis eşi, savcı babası, dersanesinde öğretmen kardeşi olduğu için Gülen cemmatine mensup Müslüman hanımların adliye önlerinde Kur’ân okumalarına aşağılık bir dille saldıran, aynı “İslâmcılar”dır! Bu “İslâmcılar”, 28 Şubat’ta bile görülmemiş çapta müslümanlara karşı yapılan toplu gözaltıları, hukuksuzlukları aslında yaşamadılar!.. Bunlar, 90’larda İbdacıların evlerine yapılan hukuksuz saldırılarda da aynı dili kullanıyorlardı. “İBDA-C Terör Örgütü üyesidir kesin. Haber yapmayalım. Konuşmayalım.” “28 Şubat mağdurları”nı oynayan bu “İslâmcı tipi” aslında hiçbir zaman İslâm düşmanları tarafından bir tehlike olarak görülmemiş ve gerçekten “mağdur” edilmemişlerdir… Onun için 21 senedir zindanlarda tutulan Müslümanlar, halâ zindanlarda! Amerika ve işbirlikçi hükümetleri karşısında mücâdele veren İbdacılar ve diğer Müslümanlara karşı yapılan saldırıların, onun için hesabını sormak bir yana, mevzu dahi etmezler. Hemen üzerinde çocukların okuduğu Kur’ân Kursu bulunan Adımlar Dergisi’nin bulunduğu binâ topyekûn tahrip olur ve Ünsal Zor şehid olur… Sırf başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere, 28 Şubat’ın gayrı hukukî uygulamalarıyla tutuklanan Müslümanların salıverilmeleri için Bolu F Tipi Cezaevi’ne gittiği gerekçesiyle Müslümanlar hakkında onyıllarca ceza istenen davalar açılır… Ve aşağıda okuyacağınız gibi, son 13 yılda onbinleri bulan hukuksuz uygulamalar olur; “İslâmcılar”, bunları Hükümetin Penceresi’nden görür ve susar! 14 yaşında çocukların 28 Şubat döneminde tutuklanmasını kendi aşağılık politikaları dahilinde, kendi “ortak mağduriyet”leri gibi pazarlayan hükümet ve çevreleri, bugün, 9 yaşındaki “muhacir”/sahipsiz müslüman çocukların silahlar altında gözaltına alınmasını dile getirmezler! Susan, Dilsiz Şeytandır! Aşağıda, bugün söz konusu İşgâlci medyanın (Sahte İslâmcısı-Sahte Düşmanı) başlıklarına konu olan haber üzerine Adalet Platformu’nun kamuoyuna yaptığı açıklamayı sizlerle paylaşıyoruz. Son bir not olarak kaydetmek gerekir ki, söz konusu hukuksuzlukları dert edinen Adalet Platformu’ndan Adem Çevik bey’den öğrendiğimize göre GÖZALTINA ALINAN ÇOCUKLARIN TAMAMI SERBEST BIRAKILMIŞTIR!!! Hükümet ve çevrelerinin “muhacir kardeşlerimiz” edebiyatı yaparken, kardeşlerimiz ve evlâtlarına revâ gördükleri muameleye lânet! ADIMLAR Dergisi ADALET Platformu’nun açıklaması: TÜRKİSTANLI ÇOCUKLARA TERÖRİST MUAMELESİ Türkistanl mülteci çocuklar terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Dün gece İstanbul’da 17 faklı adrese yapılan operasyonunda, mülteci çocukların eğitim ve öğretim gördüğü bir derneğe baskın düzenlendi. Baskında, Muhacir Mülteci okulunda kalan çocuklar gözaltına alındılar. Türkiye’de 25 Temmuz’da başlayan IŞİD operasyonları hâlen devam ediyor. Bu operasyonlarda binlerce kişi IŞİD üyesi olduğu gerekçesi ile gözaltına alındı. Ancak bu kişilerden çok azı tutuklandı. Gözaltına alınanların çoğunluğunu IŞİD ile hiç bir ilişkisi olmayan kişiler oluşturuyor. IŞİD üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan isimler arasında IŞİD karşıtı duruşu ile tanınan kişilerin de olduğu ifâde ediliyor. Son olarak dün gece (18 Ekim 2015) Pendik’te “IŞİD operasyonu” düzenlendi. Eş zamanlı baskın düzenlenen mekânlardan 3 tanesini Pendik’te yaşayan Türkistanlı mültecilere ait okullar oluşturuyor. IŞİD ile bağlantısı bulunmayan okullarda çoğunluğu 18 yaşının altında olan mülteci çocuklar Kur’an ezberi yapıyor ve İslâmî ilimler tahsil ediyorlardı. Baskında gözaltına alınan 30’a yakın çocuk, Pendik ve Maltepe’de bulunan karakollara götürüldüler. Uluslararası Adalet Platformu Başkanı Âdem Çevik olayla alakalı, “Türkistanlı çocuklara terörist muamelesi yapılmasını doğru bulmuyoruz. Bizim yakından ilgilendiğimiz muhacir çocukların eğitim aldığı bu mekânlar; dün gece kapısı kırılarak özel harekât polisleri tarafından basıldı. Basılan bu 3 muhacir okuluna daha önce polisler defalarca gelmişler ve kendi gözleriyle bizzat görmüşlerdi buralarda çocukların eğitim aldığını.” Dün, önder şurasına katılan Millî Eğitim müsteşarına muhacirlerin eğitim problemini anlatan Türkistan Birliği Başkanı Âdem Çevik “bugün de Önder şurasına katılacak Başbakan Davutoğlu’na çocukların serbest bırakılması ve Türkistanlı muhacirlerin problemlerinin başta ikâmet meselesi olmak üzere çözülmesi konusunu görüşmeye çalışacağız” ifâdelerini kullandı. Muhacirler Platformu sözcüsü Muhammed Ali Akman ise, “Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki 9 yaşında çocuklar IŞİD üyesi olmak suçundan gözaltına alınıyor. Hiç bir suçu olmayan bu çocuklar bir ân önce serbest bırakılmalı. Eğer gözaltı süreleri bugün sona ermezse yarın tüm duyarlı Müslümanlar ile çocukların tutulduğu karakolun önünde toplanarak basın açıklaması yapacağız.” açıklamasında bulundu. Hükümetin uzun yıllardır çözemediği mülteci politikaları yüzünden binlerce Türkistanlı mülteci aile Türkiye’de kaçak olarak yaşamaktalar. Oturum izinleri olmadığı için bu mülteci ailelerin çocukları, Türkiye’de resmi okullara alınmıyorlar. Mülteci aileler de bulundukları bölgelerde Türkiye vatandaşlarının da desteğiyle eğitim mekânları açarak çocuklarının eğitimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Dün gece Pendik’te IŞİD operasyonundan gözaltına alınan çoğunluğu Özbekistanlı mülteci çocuklardan bazıları: – Musab (14 yaşında) – İsmail (12 yaşında) – Musa (9 yaşında) – Abdulaziz (15 yaşında) – Abdullah (22 yaşında) – Abdulhalik (12 yaşında) – Abdurahman (19 yaşında) – Abdurahman (14 yaşında) – Ali (17 yaşında) – Asliddin (16 yaşında) – Ayatullah (22 yaşında) – İlyas (22 yaşında) – Usameddin (17 yaşında) – Fazliddin (17 yaşında) – Osman (22 yaşında) – Muhammad Ali (16 yaşında) – Hüseyin (20 yaşında)

AHMET DAVUTOĞLU “ÇOK CİDDİ”… PYD’Yİ VURURMUŞ!

Davutoğlu, dün gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı kahvaltıda bazı açıklamalar yapmış. Yaptığı açıklamalar gazete ve internet sitelerinde şu başlıklarla verildi: – “Davutoğlu ABD’ye Rest Çekti: PYD’yi Vururuz!” – “Başbakan’dan çok sert açıklama: Onları da vururuz” Söz konusu çaylı-simitli Tarihî Kahvaltılı Toplantı’da “ABD nezdinde gerekli diplomatik girişimler yapılacak, bunu hiçbir şekilde kabul etmediğimiz bildirilecek.” şeklinde konuşan “Başbakan” Davutoğlu, inanılması güç bir “basiret” örneği göstererek şu tarihî tesbiti yaptı: “Şu anda PYD’ye verilen yardımın PKK’ya gitmeyeceği konusunda hiç kimse bize inandırıcı bir gerekçe söyleyemez.” Vatanımızın menfaatlerini ilgilendiren hususlarda Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevleri boyunca son derece “mülayim” duran Davutoğlu, cümlelerinin devamında kimilerine ümit vaad eden şu açıklamaları yaptı: “Kuzey Irak’ta, Türkiye’de kullanıldığını tespit edersek PKK’ya yaptığımız müdahaleyi yapar, bulunduğu yerde silahları yok ederiz. Bunu hem ABD’ye, hem Rusya’ya ilettik. Yaklaşımımız 23 Temmuz gecesi DEAŞ ve PKK mevzilerine yaptığımız operasyonlarda kendini göstermiştir.” Davutoğlu’nun bu sözlerinin hemen ardından, sıcağı sıcağına AKP’nin Stratejik Müttefiki ABD’den cevap geldi: – PYD’ye desteğimizi sürdüreceğiz! Çaylı-simitli Tarihî Kahvaltılı Toplantı’da sarf edilen bu sözler üzerine atılan manşetleri tekrar hatırlatalım: – “Davutoğlu ABD’ye Rest Çekti: PYD’yi Vururuz!” – “Başbakan’dan çok sert açıklama: Onları da vururuz” Bu şekilde manşet atan gazete ve internet sitelerinin kendi arşivlerinden vereceğimiz aşağıdaki haberleri sanki hiç yayınlamamışlar gibi yapıp, insanımızı “aptal” yerine koyma davranışları bir yana, Davutoğlu’nun bu açıklamalarındaki pişkinliğine dikkatinizi çekmek istiyoruz. Kronolojik olarak bunların sadece bir kısmını sıralayalım: – 25 Temmuz 2013… Türkiye sınırına PYD-PKK bayrağı asan PYD Elebaşı Salih Müslim Türkiye’de kırmızı halılarla ağırlandı… Havalimanında aprona yanaşan özel bir araca bindirilerek bilinmeyen bir adrese götürülen PYD liderinin 2 gün İstanbul’da kaldıktan sonra Paris’e geçeceği öğrenildi… Söz konusu hadise medyada “Mit Salih Müslim’i çok sert uyardı!” şeklinde pazarlanırken, Salih Müslim ziyaretin ardından yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Kürdistan’ı Türkiye ile birlikte kuracağız, Türk yetkililer bana çok iyi davrandı, Dışişleri yetkilileriyle daha öncede görüşmüştüm, hedeflerimizden asla sapmayacağız” – 05 Ekim 2014… AKP adına Davutoğlu ve HDPKK adına Demirtaş’ın sürdürdüğü “PYD görüşmeleri” dolayısıyla Ankara’ya davet edilen Salih Müslim, gizli tutulan görüşmelerinin ardından ayrıldı. – 9 Ekim 2014… AKP’nin Kürtçü Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, “Uluslararası çerçevede şu anda IŞİD Türkiye’nin de belasıdır. Türkiye’nin de düşmanıdır.” diyerek, 6-7 Ekim hadiselerinin, “Türkiye’de halkın Kobani’ye karşı duyarlılığını Kobani’de yaşanmakta olan insani dramı daha fazla yansıtmıyor olduğunu” ifâde etti. “Kobani’ye doğru düzgün yardım eden tek ülke Türkiye’dir.Başka bir ülke yok.” Diyen Aktay, “Kobani’nin de sığınabileceği başka bir yer yok ve Türkiye’de bu yardımı esirgiyor değildir. Eğer Türkiye’nin savaşması da isteniyorsa Türkiye henüz savaş kararı vermiş değildir. Bu bir topyekun alınacak karardır.” dedi… Aktay, sözlerinin devamında şunları söyledi: “Bu arada bir müjde vermek isterim; neticede Türkiye’nin de içinde yer aldığı bir koolisyonun yaptığı saldırılar neticesinde IŞİD Kobani’den çekilmiş bulunuyor, Kobani’de şu anda bir IŞİD tehlikesi bulunmamaktadır. Bu olaylar eğer illaki böyle amaca muvafık ise amacına ulaşmıştır. Bunu da herkese bildirmek gerekiyor.” Hatırlanacağı gibi katıldığı bir televizyon programında “Türk diye bir ırk yok!” diyen Aktay, aynı sözü partisinin bir toplantısında da tekrar etmişti. – 11 Ekim 2014… Şanlıurfa “Vali”si İzzettin Küçük: “Kobani’ye her ay 120, toplamda da 802 TIR gıda ve yardım malzemesi yaptık”. Ayrıca aynı “vali”, “TIR’la yapılan yardımlara ek olarak 415 yaralıyı (PKK/PYD’li) da Türkiye’ye getirerek tedavi ettirdiklerini” açıkladı. – 12 Ekim 2014… Milliyet gazetesine konuşan Ahmet Davutoğlu: “Biz satranç oynamayı bilen insanlarız. Selahattin Demirtaş’a “Bak” dedim “Yarın bizden Kobani’ye yardım isteyemezsiniz, eğer tezkereye hayır derseniz.” Aynı gün Salih Müslim’i Türkiye’ye getiriyoruz. Bakın kaç jest arka arkaya. Bir anlamda “meşru görüyorum seni” diyoruz” – 14 Ekim 2014… “462 PYD’li Suruç Devlet Hastanesi’nde tedavi edildi. Tedavi edilenler arasında PKK’nın Diyarbakır sorumlusu Sofi kod adlı Selahattin Dilek de var.” – 22 Ekim 2014… Tayyip Erdoğan, Peşmergelerin çıkarılan Tezkere ile Ayn El Arab’a, yani Kobani’ye geçişiyle ilgili olarak, “Sayın Obama’yla yaptığımız telefon görüşmesinde kendilerine bu teklifi zaten ben yapmıştım” dedi… IŞİD’e karşı yeterince savaşılmadığını dile getiren Erdoğan, şunları da söyledi: “C-130’lardan attıkları o silahlar belki bir kısmı PYD’nin eline geçti ama bir kısmı da IŞİD’in eline geçti. Adamlar (IŞİD’i kastediyor) günlerdir kendi sitelerinden yayınlarını yapıyorlar. Bütün o sandıkların hepsini açarak gösteriyorlar. Şimdi kime burada nasıl destek verildiği açık net ortaya çıkıyor. Bir kısmı onların eline gitti demek doğru bir şey mi? Böyle bir yorum olamaz. Çok daha akılcı ve netice alıcı yol varken böyle biz dostlar alışverişte görsün mantığıyla böyle bir hareket yapılamaz.” – 23 Ekim 2014… AKP Hükümeti, meclis’ten çıkardığı tezkereyi esas alarak, Ayn-el Arab’ta (Kobani) mağlubiyet yaşayan PYD’ye yardım etmeleri için, Irak’ın Kuzeyi’nde yuvalanan Peşmerge’nin topraklarımızdan geçirerek, bir başka komşu ülke olan Suriye’ye geçmelerini sağladı. – 24 Ekim 2014… PYD elebaşı Salih Müslim “CNN Türk” ekranlarında Şirin Payzın’a konuştu. ‘Kaç Peşmerge talebiniz var?’ sorusuna “Sayı olarak zaten ne kadar isterseniz Peşmerge gönderebiliriz dendi.” Cevabını veren Müslim, Tayyip Erdoğan’ın “Bizim için PKK da PYD de birdir” sözlerine şaşırdığını belirterek şunları ifâde etti: “Evinin içinde görüşüyoruz. En büyük yetkililerle. İkinci gün arkamızdan bunlar da teröristtir falan. Sayın Erdoğan da biliyor. Diğer yetkililer de biliyor. Biz hiçbir zaman ne terörist olmadık. IŞİD ile en fazla savaşan biziz. Kendisi bir açıklık getirsin. Ne kadar bizi destekliyor… Duruşuna bir açıklık getirsin” diye konuştu. – 5 Kasım 2014… Suruç “Kaymakam”ı Abdullah Çiftçi: “Savaşın başladığı günden bu yana savaşta yaralanan 974 YPG’li Türkiye’ye getirilerek tedavi edildi.” – 19 Kasım 2014… Fikret Bila’ya röportaj veren Davutoğlu, zor durumda kalan PYD’nin düşmanı olan IŞİD’a karşı aldıkları tavrı dile getirerek, “7000 IŞİD militanını engelledik” dedi. – 25 Ocak 2015… “Başbakan” Ahmet Davutoğlu Diyarbakır İl Kongre salonunda partidaşlarının Kürtçe olarak açtıkları “Çözümün kalbi Diyarbakır’a hoşgeldiniz” pankartının altında şunları söyledi: “KOBANİ’YE BURADAN SELAM OLSUN! KOBANİ’DEKİ KARDEŞLERİMİN ALNINDAN ÖPÜYORUM!” Konuşmasında “Kobani bize tarihin emanetidir” diyen Davutoğlu’nun, ezelden beri Ayn-el Arab olan Arab şehrin adını “tarihin emaneti” olarak “Kobani” diye isimlendirmesi ve “Kürt şehri” olarak ilan etmesi dikkat çekti. – 29 Temmuz 2015… Olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulu’nda konuşan AKP Grup Başkanvekili Ahmet Aydın: “Kobani düşmediyse Türkiye sınırları açtığı için düşmedi!” – 7 Mayıs 2015… Ahmet Davutoğlu: “KOBANİ’DE DÖKÜLEN KÜRT KANI, BENİM KANIM!” – 7 Mayıs 2015… Kobani’de PKK’ya desteğe giden “3. Peşmerge Birliği komutanı” Muslih Zebari: AKP Hükümeti Kobani’de savaşan peşmerge gruplarına 630 bin dolar değerinde 4 kamyon silah ve mühimmat yardımı yaptı! – 10 Mayıs 2015… Çapulcu Mesud Barzani “Türkiye’nin yardımı olmasaydı Kobani’nin alınması mümkün olmazdı.” – 13 Mayıs 2015… Genelkurmay İstihbarat eski Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin: “MİT, Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan emekli olan bazı askerlerden oluşan operasyonel birim kurdu. Bu birim, Suriye’de PYD saflarında paralı asker olarak IŞİD’e karşı savaşıyor.” – 13 Mayıs 2015… Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz: “Gerek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gerek peşmerge, her ikisini de öneren Türkiye olmuştur. Türkiye olmasaydı hiç şüpheniz olmasın Kobani düşerdi.” – 14 Mayıs 2015… “Cumhurbaşkanı” Tayyip Erdoğan, “Gerek ÖSO’nun gerek Peşmerge’nin Kobani’ye girmesine biz müsaade ettik. Ey HDP sen kimsin ya! Çünkü Kobani’de DAEŞ’e gerekli dersin verilmesi gerekiyordu!” dedi. – 20 Haziran 2015… PYD elebaşı Salih Müslim, İstanbul aktarmalı olarak Ankara’ya geldi. Kırmızı halılarla karşılanarak AKP Hükümeti yetkilileri ile görüşen Müslim, “Türkiye’nin lojistik koridorunu kapatması durumunda PYD’nin ciddi sıkıntılar yaşayabileceği” ifade etti ve destek sözü aldı. Türkiye’de bütün imkânlar önüne serilen Müslim, ayrıca Batılı ve Kürtçü haber kanallarına röportajlar verdi. – 19 Ağustos 2015… Davutoğlu’nun destek mesajlarına ve 1,5 yıldır fiîli takviyelerine rağmen PYD/PKK elebaşı Salih Müslim, “Türkmenlere takviye yaptığı” iddiasıyla şunları söyledi: “Türkiye bunları neden getirmiş nereden takviye etmiş. Tabii biz bunun cevabını biliyoruz, bunun için de açıkça ifade ettik, eğer Türkiye bizimle bir savaşa girmek istemiyorsa bunları çeksin, dedik. Türkiye’ye bağlı bir gücün orada bulunmasını işgal sayarız. Nasıl ki işgalci güçlere ve DAİŞ’a karşı savaştıysak onlara karşı da öyle savaşacağız!” – 29 Eylül 2015… ABD’de bulunan Davutoğlu, Barzani’nin haber sitesi Rudaw’a konuştu: PYD, muhalefete destek olursa, her türlü kazanımlarını (Kürtçü Koridor) destekleriz!” – 14 Ekim 2015… Davutoğlu: “PYD’yi vururuz.” – 15 Ekim 2015… ABD Sözcüsü: “PYD’yi desteklemeye devam edeceğiz.” – Ve bugün… 15 Ekim 2015… Amerika’nın “Arap işbirlikçilerimize verdik” dediği 50 ton silahların akıbeti belli oldu. PYD Elebaşı Salih Müslüm: 50 Tonluk silah yardımını teslim aldık. Dikkatinizi çekeriz: Bu haberleri Hükümeti destekleyen yayınlardan derledik… Genel Yayın Yönetmenimiz Ali Osman Zor’un senelerdir söylediği gibi; “Tarihte insan zekâsına bu kadar hakaret edildiği bir dönem daha yoktur.” İnsanımıza “aptal” muamelesi yapılırcasına, onbilerce silah, tonlarca gıda, hastane, yurtdışından ve içeriden gelen her Kürtçü’yü sınırdan Ayn-el Arab’a (Kobani) yardıma gönderme, kırmızı halılarla karşılama ve yurdışına çıkışlarını sağlama, “düşman IŞİD”a göz açtırmayıp sürekli operasyonlar yapma ve saire şeklinde resmi açıklamalarla ortaya koydukları desteği vermemiş gibi, “PYD’yi vurmak”tan bahsetmenin ikiyüzlülüğü ortada. “PYD Türkiye sınırına sızarsa vururuz” diyen Davutoğlu, PYD-PKK-Peşmerge için Tezkere çıkartarak “sızma”yı bizzat kendilerinin başında bulunduğu hükümetin sağladığını Milletin bilmediğini mi zannediyor? “PYD Türkiye sınırına sızarsa vururuz”muş… PYD Türkiye’nin içinde zaten! “Kobani”ye yardım için, sınırın bu tarafında tüneller açıp 80 bin silah sevkiyatı yapıldığı ve Kürt Şövenistlerin büyük kısmının da AKP Hükümetinin kontrolündeki bu tünellerle giriş-çıkış yaptığı da unutulmamalı… Söz konusu silahların Amerika tarafından mı gönderildiği, yoksa bizzat Hükümet tarafından mı temin edildiği de şu ân için cevabı olmayan sorular. Tıpkı Özal’ın Irak’ı içeriden düşman işgaline açan vatan hainleri Barzani ve Talabani’ye kırmızı pasaportlar verip, sonra “kırmızı çizgi” edebiyatı yapması gibi, AKP Hükümeti de, “Süleyman Şah Türbesi’ni alıp getirince” kırmızı çizgi edebiyatını da bırakıp, şimdi, HER TÜRLÜ yardımda bulunduğu PYD-PKK’yı vuracağını iddia ediyor. “PYD’yi de vururuz”muş… Vur o zaman! Geçtiğimiz hafta “OCAK KIZIŞTI”: KÜÇÜK AMERİKA DÜZENİ – TELEGRAM DÜZENİ’NİN ÖLDÜĞÜNÜ KABUL ET VE ONA GÖRE DAVRAN! başlığı altında ifâde ettiklerimiz aynen geçerliliğini dayatmaktadır: Kandil’de terörist olanı imhâ etmek yetmez. Kuvvetlendirdiğin Barzani, samimyetsizliğini ele verir! Kandil’deki terörist, Suriye’ye gelince neden müttefik oluyor? “PYD, PKK’dır” demek de yetmez. Madem o da PKK, aynı muameleye tâbi tut! Amerika izin vermiyorsa eğer, tarihte bir eşine daha rastlanmayan bu eli kanlı Terör Örgütü’ne Allah’ın Kudret’i ve Gücü, milletin ve silahlı kuvvetlerin desteğiyle, 72 saat içerisinde İncirliği terk etmesini söyle. O zaman, Silahlı Kuvvetler ile birlikte bütün Millet’in, adetâ, İstanbul’u Fethetmeye çıkmış Fatih’in, İttihâdı İslâm Davasını kafasına koymuş Yavuz’un orduları gibi arkanda saf tutmuş bulacaksın…