ANARŞİST OKUMA
Okumak silâh kuşanmak ve savaşa dahil olmaktır.
Ayhan SÖNMEZ
Büyük Doğu-İbda ideolacyasına yegane rabıta, külliyatı okumaktır. Tasavvufî mânâda seyri sülûk da bu çerçevededir. Okumayı bir sûret kabul ettiğimizde, muhtevasından tefekkür, muhabbet, tenkit, tefrik, temyiz, anlayış, teori, pratik, eşya ve hadiselerin tabir ve tevili gibi keyfiyetler, insanî verimler açığa çıkar. Yani, düşünme, tıpkı sönmeye yüz tutmuş bir ateşin harlanması gibi, nesnesine yönelik bir tür ilgiyle sürdürülmelidir.
Günümüzde okumaya karşı genel bir entelektüel düşüş görülmekte… İnsanın, kendisi için düşünme ve bu sebeple hareket etme kabiliyeti köreldi, daha doğrusu okumak da yozlaşma geistinden nasibini aldı. Diğer bir sebeb; sanki Babil Kütüphanesinin labirentlerinde kaybolmuş veya hapsedilmiş gibi, hakikatleri ihtiva eder kitapların aranmasını talep eden, buna mukabil karşılaşılan malzeme fazlalığı samanlıkta iğne aramak misali. Bu da, özellikle fikrî, felsefi, edebî literatürü okumaya yeni başlayan herkes için göz korkutucu, daha başlamadan bitmesine yol açıcı… Bu vazifeye girişildi diyelim, “ne okumalı?”dan ziyade, “nasıl okumalı?” suali üzerinde durursak bir istikrar ve disiplin oluşumundan bahsedebiliriz.
Bir klişe gibi gelse de, çok okumanın mümkün olduğunu söylemekte fayda var. Ama nasıl?.. Çoğu zaman tek bir şiiri veya kısa bir makaleyi okuyup üzerinde düşünmek, olabildiğince çok şeyi abur cubur yutmaktan daha iyidir. Demek oluyor ki okumak, düşünmekle beraber olduğunda gerçekleşiyor.
Heidegger’in dediği gibi, “bugün en çok düşündürücü olan, bizim -Batı’nın- hâlâ düşünmüyor olmamızdır.” Öyleyse, düşünmeye başlamak ve düşünmenin ne idiğünü bilmek ilk adım olabilir. Bunu takiben, okumamız en düşündürücü veya zorlayıcı olanın peşinden koşmaya, yani “düşünme”yi öğrenmeye vakfedilmelidir. Bizim için sırf sübjektif olan, doğrudan kendi varlığına hitap ettiği için en kolayıdır. Buna fildişi kule rahatlığı diyebiliriz. “Düşünme”nin kendisini nasıl düşüneceğimiz ve ne hakkında düşüneceğimiz ise zorlu bir yoldur. Bu, düşünceleri nihayetinde sübjektif niteliğe bürünenler için daha da zor hâle gelir, bu çok yaygın bir meseledir: Müşahhas ile mücerreti birleştirebilmek…
İrademizi düşünüyor muyuz? Düşüncelerimizde kendimizi hesaba çekebiliyor muyuz? Bunlar gibi, son derece sübjektif çalışmaların aşırı derecede karmaşık olduğu, gerekmediği ve abartılı olduğu da görülebilir. Ve geçmişten radikal bir kopuş iddiasında bulunsalar da, hâlâ ağırlıklı olarak klâsik edebiyata güveniyorlar. Çoğu zaman, vaat ettiklerinden daha azını söylerler; müşahit değil şekilcidirler ve bundan ibaret kalırlar.
Bir yazar için iyi yazı, gelmiş geçmişe bakıldığında bile hayret verici bir yeniye yol açan şeydir. Bir ifadenin karanlık yüzündeki iz gibi, gizli ve verili sûret, bir hakikati tedai ettirebilir. Okuyucu için de hemen hemen aynıdır, şahsa mahsus, subjektif veya sadece eğlendirici sanat bile ancak vahiy unsurlarıyla kalitesi daha yüksek olacaktır. Büyük eser, okuyucuya bir şeyler sunmakla kalmaz, ona rehberlik eder ve hatta onu yeni bir dünyanın şiddetli gerçeklerine ve savaşmaya zorlar. Bilimkurgunun arkasında yatan şey budur: Mümkün görülmeyen şey teknik ve şeklî hale gelir.
Goethe, bir gecede yutacağı bir kitap bulana kadar bir süre, seyrek olarak, parçalar halinde okuduğunu söyledi. Bu, okumada, kutlama karakteriyle belirleyici olmaktır. Kutlanmayı sağlayan kitaplar da öyle seçilmeli.
Bir kutlama yahut bayram mânâsında okumak, iki dünya arasında veya zıtlar arasında bir istinat noktasıdır. İnsanın varoluşunda, onu kuşatana doğru seyre zorlayandır. Bir berzahta kaybolmak, erken bir ölüme, unutulmuş bir adamın kaderine, geçici dünyaya yaklaşmaktır. Tehlike, gerçekler arasında hapistir; kayıp dünyalarda bir gölge olarak dolaşmak… Bir muhakeme aracı olarak okumak ve yazmak, aksiyon-eylem için kendini silâhlandırmak ve ruhun sınanması, o hâlde, eleştirel ve politik dünyanın zapt edilmesidir.
“Öldüğümde şefkatli eller beni korkuluktan aşağı atacak; mezarım dipsiz bir hava olacak, bedenim çağlar boyunca batacak ve düşüşümün rüzgârında çürüyecek ve çözülecek, ki bu sonsuz olacak.” Borges böyle tasvir etmiş, sanat için yaşayan sanatkarı…
Ne okuyacağını bilmek, modern zamanlarda hem başlangıç niteliğindeki eserler hem de daha zor veya sezgiye dayalı eserler için bir çalışma temeli gerektirir, Anti-modernist, anti-liberal estetik ve mitik, uygulanabilir bir dünya anlayışı niyetiyle bir okuma listesi, nihayetinde tartışma düzeyini, dayanışmalı fikir oluşumunu ve kendi edebî fikirlerimizi artırma hedefiyle hazırlanabilir.
Anarşist yazılar İslâmî ideoloji mensubu için dikkate değer görülmeyebilir, ancak mesel, bilinen muhalif faaliyetin ötesinde, sırf bir zıtlaşmanın ötesinde bir gayeye hizmete sunulabilir. Bu noktada, modern düzene karşı ancak topyekûn bir mücadelenin mümkün olduğu anlaşılmalıdır. Böyle bir çaba çok önceleri alınmalıydı ve artık bizim için yıkmaktan başka bir yol kalmadı. Bu, mücadelenin risklerini ve ayrıca potansiyel tehlikeleri artırır.
Filozof iktisatçı Carl Schmitt’e göre mutlakiyetçilik ve anarşizm, modern mekân ve zamanda çatışmanın iki kutbudur. Ve bugün mutlakıyetçiliğin muhafzakârlık, sağcılık, gelenekçilik tezahürleri, yalnızca modernitenin sürekli değişen ve bu sebeple onunla mücadele etmeyi zorlaştıran karakterini çeşitlendirmeye, ona imkân sahası açmaya, onu etkisizleştirmeye yönelik gayretleri boşa çıkarmaya hizmet edebildi. Elbette bu bir tercih değil, yine de sağcıların kahir ekseriyeti, onun demokratik düzene payanda oluşunu anlamadan ona sadık kalıyor.
Muhalif sağda, anti-entelektüalizme (yobazlığa) saplanılmadığı, düpedüz fanatik olunmadığı yerlerde görünen temkinli ve pasif bir entelektüalizm de görülebilir; bu, yobazlıktan kaçacağım derken (ılımlılık) denilen iğrençliği de peşine takar. Yeni Dünya Düzenine, Globalizmaya karşı mücadelenin tam da topyekûn, hatta kıyamete dönüşme tehdidi taşıdığı ânda bunun sınırlı, ılıman, gevşek bir mücadele olması tehlikesi, kısmî, oluşmamış sağcı karakter demektir. Bu karakterlerin oluşturduğu zümrede beliren teolojik (sağcılık) ve pratiği, beşerin süflî âlemden devşirdikleriyle, onu karşı çıkabileceği, derinden etkileyeceği bir şey haline getirebilir. Yozlaşma Geistinin etkisinde kalmayacak ne bir fildişi kule inşası, ne de bir gettolaşma mümkün değildir. “Nefsimizin de bir hakikati var.” (S.M.) ve sonuç olarak, modern fikirler, kurtuluşun kaynağı olduğu düşünülen ilâhiyat kaynaklı gelenekleri etkisiz hale getirerek tarihe geri dönme, yeni paganizma eğilimindedir. Bu liberal bir zaman kavramıdır. Tüm kusurlarına rağmen, anarşizm buna karşı bir tavır olarak küllî bir karaktere sahiptir; ve mücadeleye, yıkıma, nihaî bir çatışmaya doğru harekete inanmakta ve ona sadıktır. En azından bugün umutsuzca ihtiyaç duyulan devrim ruhunu sürdürmektedir. Yahut en azından, tavrıyla bir zamanlar modern güçlere karşı bu teolojik-ilâhî görev duygusunu hatırlatıyor. Elbette anarşistleri tenkit etmeden tavsiye etmemek lâzımdır; çünkü zayıf yönleri de en az güçlü yönleri kadar belirgin. Onları Ernst Jüngerin (Anarch) figürü etrafında muhakeme etmekle birlikte değerlendirmelidir. Köklerini bilerek veya bilmeyerek arar, ve olana sahte gözüyle bakar. Anarşistlerin temel güçlerine mukabil zaafiyeti, biçimci arzu ve özgürlük düşkünlüğüdür. En güçlü oldukları yer, ilâhiyata veya nihilizme meyyal oluşlarıdır. Bununla birlikte, zamanımızda, anarşizmden, şuurlu imhaya ve maddeci olandan teolojik olana büyük bir geçiş var. Anarşistler ve nihilist tipler, geçmiş zamandan beri ortadan kaybolan mutlakiyetçilerden farklı bir perspektifle yenilgi ve başarısızlığın dersini verirler. Mutlakiyetçiler basitçe anarşizma karşısındaki otoriter kararsızlık olarak anlaşılabilirler. Bu onları münafık ahlâkıyla ahlâklandırıyor ve parametreleri böyle oluşuyor.
Karşımızda nihilizmi mutlak yıkımla sonlandıran büyük boşluk beliriyor ve hiçbir şey olmasa bile eski ideolojilerin hatalarını tekrarlayamayacağız. Bu okumalar, yeni bir yüzyıl ve bir dünya için silâhlanmaya yetersiz olsa bile bir katkı olarak hizmet edebilir. Hülâsa, okumak silâh kuşanmak ve savaşa dahil olmaktır.