BARZANİSTAN KURULURKEN

BARZANİSTAN KURULURKEN A. Bâki AYTEMİZ Ortada Türkiye için beka sorunu olduğu söylenen bir gidişat var. Yani bu gidişat bizim için hayatî bir tehlike arzediyor. Kafamıza dayanmış bir tabanca bu. Kolumuzu, bacağımızı gövdemizden ayıracak bir işkence gergisi bu… Nedir bu? Güneyimizde bir Kürdistan devletinin inşaı. İkinci İsrail olacak, bölgeye hançer gibi saplanacak, İsrail’in Arz-ı Mevud politikasını gerçekleştirmense yardım edecek, Müslüman Türk’le Müslüman Arabın arasına sokulmak istenen, böylece Müslüman Türkle Müslüman Arabın fizikî olarak irtibatını koparacak olan bir ihanet yapılanması. Geçmişte nasıl ki Anadolu’nun Orta Asya ile irtibatını Ermenistan ile kestilerse bu defa Arablarla irtibatı Kürdistan ile kesecekler. Böylece 1919 şartlarındaki gibi Anadolu’ya bir Haçlı saldırısı vuku bulduğunda bu defa Anadolu’nun fizikî olarak destek alabileceği bir yer kalmamış olacak, çepeçevre kuşatılmış olacağız. Bundan sonraki adımlar malûm. Büyük İsrail için kurulması elzem olan Büyük Kürdistan gayesine ulaşmak maksadıyla, Türkiye’den toprak isteyecekler. Yani bu gerginin üzerinden kolumuzu, bacağımızı koparmak isteyecekler. Bu gergiden kurtulmak, çıkmak için, kolumuzu bacağımızı koparttırmamak için ne yapmalıyız? Bahçeli, referandumun savaş sebebi sayılmasını istedi ama AKP’den red cevabı alınca sustu. Bu tavır, kolu-bacağı parçalanmak üzere olan adamın tavrı mıdır? İki kol ve iki bacağından dört köşeden bir gergiye bağlanan ve kolu bacağı koparılmak üzere yavaş yavaş döndürülen makaralara ipler sarılırken, gerilen ve biraz sonra kopacağını bildiği vücut azalarının acısını duyan insan bu kadar vurdumduymaz davranabilir mi? İnsan can acısıyla olsun, can kaygısıyla olsun bağırıp çağırmaz, imdat çığlıkları atmaz, elinden ne geliyorsa yapmaz mı? Ne askerî müdahalede bulunabiliyoruz ne de ekonomik olarak ambargo koyabiliyoruz. Oysa Haçlı-Yahudi batı barbarlığı adına Etnik Kürtçülük yaparak “bağımsız” devlet kuracağım diyen Barzanî denilen adam, efendilerinin yardımıyla ve efendileri adına temsil hakkını ele geçirdiği bölgeyi yaşatabilmek için Türkiye’den gidecek yiyecek içeceğe, mallarını da Türkiye üzerinden satmaya muhtaç. Yani biz o Habur kapısını filân bir kapatalım, nasıl ki “FETÖ” ile iltisaklı şirketlere el konulduysa, aynı şekilde Barzanî ile alâkalı şirketlere el koyalım, bu şirketlerle Barzanî’ye yardım ve yataklık eden işbirlikçileri de hesaba çekelim… Olmaz mı? Ben de biliyorum olmaz! Çünkü bu dediklerimiz yapılacak olursa, işin ucu doğrudan doğruya en baş tepedekilere ve etrafındaki şürekâlara kadar dokunur da ondan. O zaman kimler ortaklık adı altında Barzanî tarafından maaşa bağlanmış ortaya çıkar. Yani bundan dolayıdır ki Barzanî’nin Türk milletini gergiye yatırıp işkence ile kolunu bacağını koparmasına tepki veremezler, çünkü hepsi Barzanî tarafından satın alındı çoktan. Hepsinin Barzanî ile akçeli işleri var. Ne diyor iktisat ilmi: Parayı takip et, hakikati bulursun! Barzanî’den gelecek üç kuruş uğruna vatanı Barzanî’ye çoktan peşkeş çektikleri içindir ki, sadece ve sadece kınıyorlar da gerçekten bir şey yapmıyor, yapamıyorlar. Bunun içindir ki Barzanî’yi Devlet Başkanı gibi ağırlayıp, altına kırmızı halılar sererek en baş tepede ağırlamadılar mı? İkinci İsrail olacak sözde bağımsız Kürdistan bayrağını Türk bayrağının yanına asarak taraflarını zaten belli etmişlerdi. Ve Barzanî bundan dolayı bu kadar rahat konuşabiliyor, Türkiye’ye meydan okuyup Türkiye’ye karşı savaş lâfını ağzına alabilecek kadar küstahlaşabiliyor, Kerkük’e bile göz dikiyor da bizimkiler Barzanî’ye karşı savaş lâfını ağızlarına alamıyor. İsrail’e muhtaç olan adamların, İkinci İsrail’e nasıl karşı çıkması beklenebilir ki? Muhtaç olan, acz içinde önünde diz çöktüğü ve ihtiyacını gidermesini beklediği üstün tarafın kendisine dikte ettiklerini yapmak zorunda değil midir? Muhtaç olan, muhtaçlığının gereği olarak, ihtiyacını gidermek üzere gelmesini beklediği şeyin karşılığını da vermek zorundadır elbette. Biz İbda erleri olarak bu oyuna en başından bu yana karşı çıktık ve düşmanlarla işbirlikçilerini apaçık ortaya koymaya çalıştık. Allah’a ve millete karşı, vicdanımız ve dinimize karşı olan borcumuzu ödemek adına kalemimizi bu ihanet şebekesinin emrine verip, bu yapılanları ne hoş göstermeye çalıştık ne de hainlerin hainliklerini perdeleme gayretine girdik… Bundan dolayı da saldırılara uğrayıp ve şehid ve gazilerle mücadelemizi taçlandırma şerefine de nail olmadık mı? Mücadelemiz ve kararlılığımızdan taviz yok. Vatan, Allah, din ve yaratılmışlar, “seviyorum” denilerek sevilmiş olunmaz, sahip çıkılmış olunmaz. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek”, yaratılan üzerine yaratanın hükmüyle hükmetmekle olur. Allah’a, vatana ve dine ihanet edene hain diyemeyenler, yani Allah’ın hükmünü söylemeye dili varmayanlar, Allah’ın haine bastığı hain damgasını unutturmaya çalışan şeytanın kulları ne kadar vatanseverlik ağıtları yakarsa yaksın, hepsinin maskesi bir bir düşüyor ve düşecek. İyi ve kötünün savaşında kazanan elbette iyiler olacak!

BARZANİYE VERİLEN DESTEĞİN AĞIR FATURASI NE? – Barış DOSTER

İKTİBAS – TAKDİM Anadolu’nun güneyinde inşa edilmekte olan Siyonist Duvar’ın yükselişi her geçen gün artmaya devam ediyor. Bu çerçevede Türkiye’nin beka sorunu da her geçen gün daha da kritik bir safhaya doğru ilerlemesini sürdürmüş oluyor. Türkiye’yi yönetenlerin en acil, en temel görevleri bu Siyonist Duvarın yükselişine mani olmak iken, güya yaptıkları açıklamalarla aslında bu duvarın yükselmesine hizmet ediyorlar. Bahçeli’nin, Barzanî’nin 25 Eylül’de yapacaklarını ilân ettikleri referandumun müdahale sebebi sayılması gerektiğine dair beyanı karşısında, AKP cenahından en üst seviyeden Binali Yıldırım’ın, referandumu savaş sebebi sayamayacaklarına dair yaptığı açıklama ile ülkeyi yönetenlerin korku ve acziyet içinde oldukları bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Sen, sana karşı yapılan bir hamleyi görüyor ve hatta bu gelişmeleri yeri geldiğinde “beka sorunu” olarak adlandırmakta da beis görmüyorsun da buna karşı alınması gereken tedbirleri almakta niye imtina ediyorsun? Ülkenin Tanzimat’tan bu yana içine savrulduğu “kaht-ı rical” problemine müthiş bir örnek. Düşman, adım adım bizi boğazlamaya doğru gelirken, biz sadece, “yapma” demekten başka bir şey yapamadığımız gibi, bizi boğazlamak isteyenleri, “asıl biz sizi boğazlarız!” da diyemiyor ve buna dair hamle yapmaktan aciz olduğumuzu da itiraf edecek kadar pespayeleşmiş bir görüntü vermekten de çekinmiyoruz. Adımlar’ın dünden bu güne yapmış olduğu yayınları takip edenler, bütün bu yaşanan hadiseleri de garipsemeyeceklerdir. Adımlar bunları söylediğinde, “ne alâkası var, siz zaten iflâh olmaz AKP muhalifisiniz” diye yapılan itirazlar da ortadayken, bu hakikatler artık herkesin dilinde… Yaşanacak olan büyük hesaplaşma öncesi, iktidarın işbirlikçi tutumu sebebiyle düşman gün geçtikçe daha da güçlenirken, düşmanın güçlenmesi oranında hâliyle biz daha da zayıflamış oluyoruz ve Beştepe ve şürekâsının Barzanî ile geliştirdiği ve Barzanî’yi güçlendiren ilişkiler kesilmeden devam ettiriliyor. Barış Doster, ODA TV’de yayınlanan son yazısında, çevremizde gelişen hadiseleri derli toplu bir şekilde kaleme almış. Düşmana düşman diyemeyişimize dikkat çekmiş. Doster’in yazısından sonra Adımlar’da çıkan haberlerin linkini de veriyoruz. BARZANİYE VERİLEN DESTEĞİN AĞIR FATURASI NE? Barış DOSTER Irak’ın kuzeyinde Bölgesel Yönetim Lideri Barzani, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacaklarını ilan ettiğinde en sert tepki İran’dan geldi. ABD, esastan karşı çıkmadı. Zamanlama açısından itiraz etti, o kadar. Türkiye’nin tepkisi de düşük düzeyde oldu. Sert değildi. Olması da imkânsızdı. Çünkü Barzani’yi ekonomik ve diplomatik olarak fazlasıyla destekleyen Türkiye; İstanbul’da ve Ankara’da havalimanlarına Kuzey Irak bayrağı çekerek karşıladı Barzani’yi bir süre önce. İktidar partisinin kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratı eşliğinde kürsüye çağırılan Barzani, Diyarbakır’da da meydanda selamlanmıştı, devlet ricaliyle birlikte. Kuzey Irak’taki gelişmelerin, İsrail’le yaşanan hızlı yakınlaşma ve Kıbrıs’taki arayışlarla birlikte ele alınması gerekiyor. Çünkü her üç meselede de diğer unsurların yanında, enerji kilit önemde. Şöyle ki; Kuzey Irak’ta yeraltında 3 trilyon metreküp doğalgaz çıkarılmayı bekliyor. Şimdiye dek 500 milyar metreküp doğalgaz bulundu. İşlenmeye başlandı. Bu miktar, Türkiye’nin yıllık ihtiyacının yaklaşık 10 katı. Rus doğalgazına olan bağımlılık oranı yüzde 55 olduğundan, Kuzey Irak’taki doğalgaz Türkiye için önemli bir seçenek olarak görülüyor. Dahası mesafe de yakın olduğu için, Türkiye’ye taşıma maliyeti daha ucuz. Fakat Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinin boyutu, derinliği, yoğunluğu dikkat çekici olduğundan, Rusya’ya karşı manevra alanı kısıtlı. Hele de Rus uçağı düşürüldükten, 15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişiminde Rus desteği alındıktan ve Rus büyükelçisi öldürüldükten sonra… NATO ÜYESİ TÜRKİYE, BARZANİ REFERANDUMUNA KARŞI ÇIKAMAZ Türkiye’nin Kuzey Irak’taki referanduma yüksek sesle, kararlı biçimde karşı çıkmasını engelleyen başka unsurlar da var. Her şeyden önce Türkiye, Irak ve Suriye’den Türkiye’ye yönelen, ikisi de emperyalizm destekli olan PKK ve IŞİD terörüne karşı askeri mücadele verirken, siyasi düzlemde gerekli cesur saptamayı yapamıyor. Yani bunların arkasında, aynen FETÖ’nün arkasında olduğu gibi, ABD emperyalizminin olduğunu göremiyor. Türkiye ne zaman PKK – PYD – YPG terör örgütüne karşı harekât yapmak istese, ABD karşı çıkıyor. Tank ve ağır silah vererek desteklediği bu terör örgütünü, Türkiye’ye karşı koruyor. Türkiye; hem bu yalın gerçeği kabul etmekte zorlanıyor, hem de Irak’ta itiraz etmediği, hatta destek verdiği bağımsız Kürt devletine, Suriye’de itiraz ederek, çelişkili, tutarsız bir siyaset izliyor. Oysa tutarlı olması, bağımsız Kürt devletinin emperyalist bir proje olduğunu görmesi, Irak ve Suriye’den sonra sıranın Türkiye ve İran’a geleceğini saptaması, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunması gerekiyor. Anımsayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinden hemen önce, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ABD’de bulunduğu sırada, ABD PKK – PYD – YPG terör örgütüne ağır silah vereceğini açıklamıştı. Zamanlama ve üslup manidardı. Türkiye’nin onuruna dokundu. Buna rağmen ne üç üst düzey yetkili, ziyaretlerini hemen kesip Türkiye’ye döndüler, ne de cumhurbaşkanı ziyaretini iptal etti. İncirlik Üssü ve diğer üsler tartışmaya dahi açılmadı. ABD, IŞİD terörüne karşı savaştırdığı, “kara gücüm” dediği PKK – PYD – YPG terör örgütüne adeta düzenli ordu muamelesi yaparken, onu muhatap alırken, düzenli ordulara verdiği silahlarla donatırken, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen, onu tercih ettiğini gösterdi. ABD, Irak’ın kuzeyinde de peşmerge güçlerini, kurulacak bağımsız Kürt devletinin ordusu olacak şekilde eğitiyor. Gerçeği görelim. Türkiye; PKK – PYD – YPG terör örgütü konusunda da, FETÖ konusunda da ABD’den istediklerini alamadı. ABD, itaate ve icraata bakar. Sahadaki duruma gelince… ABD; Irak’ta Kürt kartını masaya sürdü, kazandı. Suriye’de sürdü, Esad’ın direnişi, Rusya ve İran’ın tavrı sonucu, tam olarak istediğini alamadı. Rusya da, Suriye Kürtleri ile işbirliği yaptı. Silah sattığı PKK – PYD – YPG terör örgütünü, tamamen ABD’nin inisiyatifine bırakmadı. IŞİD’e karşı mücadelede aynı cephede buluşan ABD ve Rusya; PKK – PYD – YPG terör örgütü konusunda da Türkiye’nin hassasiyetini paylaşmıyorlar. İran; ABD’nin Irak’ı işgaliyle Irak üzerinde nüfuzunu en çok artıran ülkeydi. Suriye karışınca, Suriye üzerindeki etkisi de pekişti. Türkiye ise Irak’tan sonra Suriye’de de en çok kaybeden oldu. Salt diplomatik anlamda, güvenlik bağlamında değil, ekonomik düzlemde de kaybetti. İNGİLTERE VE İSRAİL’İN ORTADOĞU HESAPLARI Anımsatalım; önceki başbakan Davutoğlu döneminde, IŞİD için “bir avuç öfkeli genç”, “Musul’daki diplomatlarımızı misafir ediyorlar” denildiği dönemde, sadece batıda değil, bölgede de “IŞİD’e destek veren ülke” olarak yaftalandı Türkiye. Dünyada, “IŞİD’i vuran Rus uçağını düşürerek, IŞİD’e destek sağlayan ülke” olarak yansıtıldı. Batıda “IŞİD’e karşı mücadele eden özgürlük savaşçıları” olarak pazarlanan PKK – PYD – YPG terör örgütüne karşı, Türkiye’nin verdiği haklı, meşru mücadeleye karşı yıllar içinde bir kamuoyu oluştu. Bu tablo, Türkiye’nin elini zayıflattı. Nükleer anlaşma sonrası batıyla ilişkisini düzelten, bölgede ağırlığını artıran İran’ın elini güçlendirdi. İsrail; Irak işgalinden, Suriye’deki iç savaştan memnun. Barzani bağımsızlık ilan ederse, tanıyacağını açıkladı. Arap dünyasının birbirini yemesi, İslam aleminin mezhepsel kimlikler üzerinden birbirini boğazlaması, İsrail’in elini rahatlatıyor. ABD, 2019 – 2028 yılları arasındaki 10 yıl boyunca İsrail’e her yıl 3.8 milyar dolarlık askeri yardım yapacak. ABD’den 33 adet F- 35 savaş uçağı alacak olan İsrail, hem savaş uçağı filosunu yenileyecek, hem de füze savunmasını güçlendirecek. Ortadoğu’nun sınırlarını çizen; emperyalizmin, diplomasinin, istihbaratın kitabını yazan İngiltere de, haritalar üzerinde çalışıyor. Türkiye ise Rusya’dan özür diledi. İsrail siyasetinde U dönüşü yaptı. Gazze ablukasının kaldırılması talebinden vazgeçti. Mavi Marmara saldırısı sonrasında İsrailli yetkililer hakkında Türk mahkemelerinde açılan davalar, TBMM tarafından düşürüldü. Yani, yasama yargıya müdahale etti. Yargı bağımsızlığı zedelendi, İsrail için. Davanın savcısı, Türkiye’nin bu davaya özel olarak yaptığı anlaşmayla, egemenlik hakkından vazgeçtiğini söyledi. Suriye konusunda Türkiye üslubunu yumuşattı. Bir zamanlar PYD terör örgütü lideri Salih Müslim’i, Esad’a karşı işbirliği yapmak için Ankara’da misafir eden Türkiye, Suriye konusunda ABD’ye fazla güvenmenin, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte Suriye’de rejimi değiştirebileceğini sanmanın ağır faturasını ödüyor şimdi Kıssadan Hisse: Diplomasi, üniversite giriş sınavına benzemez. 4 yanlış 1 doğruyu götürmez. Tek yanlış, bütün doğruları götürür. İKTİBAS – ODATV: Not: Bu iktibastaki fikirler yazara ait olup, Adımlar’ın ideolojik ve siyasi anlayışına zıt görüşler sitemizi bağlamaz.

АГРЕССИЯ СЕВЕРОАТЛАНТИЧЕСКОЙ ТЕРРОРИСТИЧЕСКОЙ ОРГАНИЗАЦИИ С ЦЕЛЬЮ СОЗДАНИЯ «СЕВЕРНОЙ СИРИИ» (Ali Osman ZOR)

Предлагаем к вашему вниманию интересную статью Али Османа Зора, который является генеральным председателем идейно-культурно-политической платформы «ADIMLAR», опубликованную 8 Декабря 2015 года, под заголовком «АГРЕССИЯ СЕВЕРОАТЛАНТИЧЕСКОЙ ТЕРРОРИСТИЧЕСКОЙ ОРГАНИЗАЦИИ С ЦЕЛЬЮ СОЗДАНИЯ «СЕВЕРНОЙ СИРИИ»».

TÜRKİYE – NATO İLİŞKİLERİ (İgorMOLOTOV)

NATO karşıtı çevrelerinde bu saldırı açık bir şekilde algılandı: Entelektüel yazar ve siyasetçi Ali Osman Zor, uçağın, ABD’nin çıkarları için çalışan ‘turuncu güçler’ tarafından düşürüldüğünü söyledi bana. ‘Suriye semalarında Türkiye vuruldu’ böyle söyledi bana. NATO mantalitesine sahip güçler tek bir vuruşla Erdoğan’ı Rusya’yla müttefik ilişkilerden koparmak istedi. Aynı bu güçler, yüzde yüz ABD yanlısı cumhurbaşkanını iktidara getirmesi gereken darbenin organizatörleriyle de işbirliği yaptı. Açık biçimde Rusya’yla jeopolitik ittifaktan yana tavır sergileyen Ali Osman Zor bana şunu söyledi ki, şimdi Rusya ve Türkiye karşıtı partiler yeniden rövanş peşinde, bunu Rusya’dan yana seçim yaptığı içinde Erdoğan’ın maruz kaldığı suçlamalar yağmurundan görüyoruz”.

İSRAİL’LE KİRLİ İLİŞKİLER TAM GAZ!

Hükümetin perde önünde “Mavi Marmara” ve “van minüt”le başlayan İsrail karşıtı atıp-tutma tiyatrosuna son verdiğinin ilânı olan Erdoğan’ın “Yahudiye muhtacım!”

İsmailağa kavgasına İBDA’cılar da girdi -Oda Tv-

İsmailağa cemaati içindeki kavga tüm sertliği ile devam ederken, İBDA hareketinin Marifet Derneği’ni ziyaret etmesi ve dernekten övgüyle söz etmesi dikkat çekti

TARİHİ GÜNLERDE TARİHİ ZİYARET

Bugün, Mahmud Efendi Hazretleri’ni Beykoz-Çavuşbaşı’nda ikâmet ettiği Külliye’de ziyaret ettik…

CARLOS’UN, İSLÂM DEVLETİ DEĞERLENDİRMESİ ETRAFINDA

Oturduğu yerden “saha” hakkında yalan-yanlış yapılan “değerlendirme”ler sonrasında, BOP’un kucağında hüküm verenlere karşın,

RÖPORTAJ: ALİ OSMAN ZOR, TÜRK SOLU’NA KONUŞTU -1. Bölüm-

13 Temmuz 2016 Çarşamba günü dergimizin Fatih Bürosunda gerçekleşen röportajı Türk Solu Dergisi Başyazarı ve Ulusal Parti Genel Başkanı Sayın Gökçe Fırat

KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN “KUZEY SURİYE”LEŞTİRME SALDIRISI

ADIMLAR fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman Zor’un 8 ARALIK 2015 tarihinde yayınlanan “KUZEY ATLANTİK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN “KUZEY SURİYE”LEŞTİRME SALDIRISI” başlıklı makâlesini, yaşanan yeni gelişmeler vesilesiyle tekrar alâkalarınıza sunuyoruz. AKP Hükümetinin ve çevresinin Rus uçağının düşürülmesinin ardından sahte bağımsızlık nutuklarını “Türkiye NATO toprağıdır” şeklinde bir ihanet çizgisine taşımalarının ardından geçen süreçte, söylenenler ve yazılanlar ortada. Bu noktada bağlısı olduğu İBDA’ya nisbetle ilkeli ve tutarlı mücadelesiyle söyledikleri ve yazdıklarıyla meydanda olan ADIMLAR’a nisbetle, iktidar çevresinde yayın yapan sözde İslâmcı medyanın temyiz kabiliyetleri de apaçık ortada durmaktadır. Amerika Terör Örgütü’nün 25 yıldır bölgemizde “İsrail’in Güvenliği’ni sağlamak” esaslı yürüttüğü BOP Saldırısı’nın Suriye cephesinde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği makâle, ADIMLAR açısından bölgede geçmişten bugüne, bugünden geleceğe sarkan SALDIRI’nın karakterini va’z etttiği gibi, bölgemizdeki aktörlerin hâlihazırda devam eden pozisyonlarını da ele almaktadır. ADIMLAR Dergisi Yüzde elli oyla iktidar olan hükümetin, seçim kampanyası boyunca söylediklerinin hiçbirisinin doğru olmadığı artık aşikâr. Şartların dayatmasının, plânlanan oyunları bozabileceği, tarihte birçok defalar görülmüştür. Bu cümleye bağlı olarak da, oy veren seçmenin, oy verdiği parti tarafından iradesi dikkate alınmadığında hükümet olan söz konusu partinin oy veren aynı seçmen tarafından eninde sonunda paramparça edileceğini herkesin bilmesi gerekir. Tekrar etmekte fayda var; 1 Kasım’da AKP’ye oy veren seçmenin iradesi şuydu: “Ülkenin bölünmesini ve parçalanmasını reddederek BOP dairesindeki Etnikçi ayaklanmayı bastır! Nato’dan çık ve bağımsızlığını ilân et! “Dünya 5’ten büyüktür” sözünün gereğini yerine getir ve tüm İslâm Coğrafyası ve ezilen üçüncü dünya ülkeleri adına “6. Türkiye’dir!” de.” Seçmenin bu iradesine, daha 2 Kasım günü “çözüm süreci devam edecek!” diyen hükümet yetkililerinin şahsında nasıl ihanet edildiğine şahid olduk. Arkasından gelen uluslar arası güçlerin plânlamasıyla gerçekleştirildiği besbelli olan Rus uçağının düşürülmesiyle de bırakın NATO’dan çıkıp bağımsızlığını ilân etmeyi, Kuzey Atlantik Terör Örgütü’ne ait tüm silahlı unsurları bizzat hükümetin kendisi bölgemize davet etti! Özellikle 23 Eylül’de Rusya Yönetimiyle yapılan açık anlaşmalar ve gizli ikili görüşmelerde varılan mutabakatlar yok sayılarak, Amerikan plânlarının uygulayıcısı konumunda Rus uçağı vurulmuş ve böylece NATO’cu zihniyetin ihanet listesine Rusya da eklenerek, Anadolu’nun bölünme süreci için en önemli adım atılmış oldu. Bu hadisedeki en büyük vebal, tabiî ki sadece siyasî İktidar’ın değil, NATO tornasından geçmiş, halâ hasarlı beyinleriyle ne yapacağını bilmez konumda bulunan Ordu da bu vebale ortaktır. Bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere, bütün kesimlerin bildiği gerçek, bizim “Ordu” kavramıyla ideolojik mânâda bir derdimizin olmadığıdır. Hattâ umumî olarak bu Ordu, bizim ordumuzdur! Fakat, kafalardaki NATO hasarını düzeltmeden, Din, Vatan, Millet temelli bu topraklar faydasına bir işlev icrâ edebilecekleri şüphelidir. Rus uçağının vurulmasında 7 Haziran’dan sonra Amerika ve NATO’ya karşı açığa çıkan Millî Öfke’yi alıp Rusya üzerinden başka yerlere sevk etme gayreti, Ordu’nun millet menfaatleri için hizmet etmediği iddialarını doğrular niteliktedir. Irak’ın Kuzeyi’nin “Kuzey Irak”laştırılması sürecinde BOP kapsamında yapılan “yardımlar” gizli saklı ve perde arkasından gidiyordu. Kameralar önünde ise, hem generaller ve hem de siviller Barzani ve Talabani’den “iki aşiret lideri” diye bahsediyorlar ve her fırsatta da Türkiye’nin kırmızı çizgilerine vurgu yapıyorlardı. Yani, Millet’in göreceği ve anlayacağı şekilde açık bir destek yoktu. Suriye’nin Kuzeyi’nin “Kuzey Suriye”leştirilmesi sürecinde ise, tüm dünyanın gözü önünde binlerce tırdan oluşan konvoylarla yardımlar yapılıyor ve Millet’in gözünün içine baka baka, “NATO’daki müttefikimiz ve Stratejik Ortağımız Amerika” havadan attığı tonlarca silah yardımıyla Etnik Kürtçülüğe nefes aldırıyor ve hiç kimseden de aksi bir ses çıkmıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi, yapılan bu açık yardımlardan sonra Etnikçilik, şımarıklığı öyle boyutlara taşıdı ki, Ordusuna savaş açtığı devletten, Suriye’nin Kuzeyi’nde kendisine bir devlet kurmasını dahi isteyebildi. Rusya uçağının vurulmasını Suriye’nin Kuzeyi’ni “Kuzey Suriye”leştirilmesi plânı dairesinde ele aldığımızda gayet açık bir şekilde göreceğiz ki, bu, sadece Etnik Kürtçülüğün işine yaramıştır. Suriye’nin bölünme sürecini hızlandıracak bu hamlenin aynı zamanda da Kuzey Atlantik Terör Örgütü (NATO) tarafından Türkiye’nin de bölünmesini hedeflediğini anlamak için çok da zeki olmaya gerek yok. Propaganda makinesinin düşürülen Rus uçağı üzerinden gizlediği gerçek de böylece açığa çıkmış oldu. Bu hadisede beyni hasarlı NATO tezgahından geçmiş ve geçmeye de devam eden unsurların halâ Silahlı Kuvvetler içerisinde aktif oldukları görülürken, karşı unsurların ise, önceden yapılan operasyonların hasarını onarıp, halâ bir varlık iddia edemedikleri görülmekte. Dikkat ediyoruz ki, Irak’ın Kuzeyi söz konusu olduğunda en azından lâfzen dile getirilen “kırmızı çizgiler”, “Kuzey Suriye”leştirme operasyonunda kimsenin gündeminde değil. Irak’ın Kuzeyi’nde 91 Saldırısıyla başlayan “Kuzey Irak”laştırma operasyonunda Çekiç Güç rolünü Silopi’deki Amerikan Kuvvetleri oynuyordu. Biz, bu hususu ve Amerikan Kuvvetleri’nin Silopi’deki varlığına “Bölgeye yapılan saldırı, Türkiye’ye yapılmıştır” demesine rağmen bu sözün gereğini yapamayıp Amerikan Kuvvetlerini uzaktan seyreden iradeyi de unutmuş değiliz. Daha sonra bu irade sözünün gereğini yapmamasının faturasını Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında tavsiye edilmesiyle ödedi. 7 Haziran’a kadar Suriye’nin Kuzeyi’nde “Kuzey Suriye”leştirme operasyonu kapsamında bir genişleme sağlandı. Aslında Ayn-el Arab’ta tehdit kökten kaldırılmak üzereyken, buradan Ayn-el Arab’a atılan can simidi, 30 yıldır devam eden Bölücülük tehdidini daha da büyüterek bugünlere getirdi. Ekranbaşı seyircisinin duyduğu tek şey, “önleriz!”, “şunu yaparız!”, “bunu yaparız!” falan filân… Bugün bu sözlerin hepsinin hikâye olduğu Suriye’nin Kuzeyi’ndeki yapıyı kabullenmiş olmalarından belli. Amerikan stratejisi içinde “taktik çırpınışlar” olarak değerlendirilebilecek hamlelerin tamamı “Kuzey Suriye” plânına hizmet etmekten başka bir işe yaramadı. Türkiye sınırından Peşmerge’yi içeri alıp, “Biji Obama!” sloganları altında sana korutarak Suriye’nin Kuzeyi’ne soktular! İşte bütün bu “oldu-bitti”ler içerisinde ve “tamam, artık plân uygulandı” sevincinin yaşandığı bir dönemde Suriye’de Rusya faktörü kendisini gösterdi. Rusya, Suriye devletinden taraf olarak NATO’nun Suriye’yi bölmek için başlattığı bu savaşa katıldığını açıkladığı bu dönemde, unutulmaması gereken husus ise, aynı ânda Türkiye’de Amerika ve NATO’ya duyulan Millî Öfkenin hiç olmadığı kadar tavan yapmış ve sokaklara taşmış olmasıydı. Rusya faktörü, bir nevî İslâm Devleti gibi Suriye’de ara unsur, yani ara hedef olarak Amerikan stratejisinin karşısına çıktı. Rus uçağının düşürülmesi hadisesinin sebeplerini daha iyi anlayabilmek için 91’den beri devam eden Amerikan İşgâline Rus siyasetinin bakış açısını ana hatlarıyla bilmek gerekir. Bugün, “Türk” kılığına bürünmüş Amerikan medyasının anlattıklarıyla gerçeğin birbirinden çok farklı olduğu, ancak bu şekilde anlaşılabilir: Rusya 2003 Irak İşgâlinde Saddam Hüseyin’le yaptığı anlaşmalara uymayarak, Irak’ın parçalanmasına göz yummuş ve Irak’a ihanet etmişti. Hattâ, hatırladığımız kadarıyla bundan dolayı “biz Irak’a ihanet ettik” diye intihar eden Rus generalleri oldu. Kuzey Atlantik Terör Örgütü’nün 2011 Libya İşgâlinde ise bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin, “Bu bir Haçlı Saldırısıdır!” demesine rağmen, Devlet olarak Kaddafi ile yapılan “savunma işbirliği anlaşmaları”nın gereğini yerine getirip, NATO işgâline karşı duramadı. Suriye, bir nevî Rus siyaseti açısından Amerikan politikalarına karşı “son kale” özelliğini taşımaktaydı. Bundan dolayı da Rusya, Irak’ta Saddam’a, Libya’da Kaddafi’ye yaptığı ihaneti Suriye’de tekrarlamadı ve Esad Yönetimi ile yaptığı anlaşmaya sadık kalarak, Esad’ın yanında savaşa katıldı. Rusya’nın beklenmedik bu müdahalesi, ilk etapta 65 yıldır NATO tezgahından geçmiş kafaları karıştırırken, bir o kadar da bunları tedirgin etti. Amerika’nın belirlediği stratejik plân çerçevesinde işler “tıkır tıkır” yürütülürken Rusya’nın etkili bir aktör olarak ve tarafını net bir şekilde ortaya koyarak devreye girmesi, diplomasi tabiriyle “kartların yeniden karılacağı ve yeniden dağıtılacağı”nın habercisiydi. Rus uçağının düşürülmesinden önce ve sonraki gelişmeler ise, Rusya’nın “kartları karmak”tan ziyade kararlı olarak ne yapmak istediğini de gösterdi. Meydana çıktı ki, Amerika, Irak’ta yaptığının aynısını ikinci defa Suriye’de yapamayacak. BOP kapsamı dahilinde Suriye’yi ve arkasından da Türkiye’yi bölmek için başlattığı bu savaşta Rusya’nın etkili bir aktör olarak Esad’ın yanında savaşa girmesi, Amerikan plânlarını en azından olduğu gibi uygulanamayacağı mânâsına gelir. İsrail’in güvenliğini ve genişlemesini, bunun için de İslâm Milleti’nin iki ana unsuru olan Türk ve Arab’ın arasına Siyonist bir Duvar inşâ etmeyi öngören BOP’un devam edebilmesi için Rusya ve Türkiye’nin müttefik olmasından ziyâde düşmanca ilişkiler içerisinde bulunması ve enerjilerini de birbirlerinin üzerinde tüketmeleri gerekmekteydi. Bu düşüncenin gereği olarak da, Rus uçağı düşürüldü! Uçağın düşürülmesiyle alâkalı Rus yetkililerinin “bu uluslar arası bir provokasyondur” açıklaması, ancak bu mantık içinde yerli yerine oturabilir. Amerika’nın bu plânına aracılık ve nezaret eden unsurların hedefi, açıkça söyleyelim ki; BOP Plânı dairesinde Irak’ı, Suriye’yi parçaladıktan sonra bizzat Türkiye’yi de içten bölüp parçalamaktır! Yani, Türkiye NATO’ya üye olduğundan beri Hükümetlerin Amerikan plânlarının uygulanmasına aracılık etmesi ve NATO’cu Ordunun da bu plânların uygulanıp uygulanmadığına nezaret görevini yerine getirmesi, bugün de aynen devam etmekte. Anlaşılıyor ki, 2002’den sonraki süreçte Amerikan ve NATO karşıtı unsurların Ordu içerisinde tasfiye edilmesiyle, NATO’cu zihniyete oldukça rahat hareket edebileceği bir alan açılmış oldu. Muhakak ki, bu zihniyetin Din, Vatan ve Millet zararına yaptıkları faaliyetleri takib eden karşı unsurlar mevcut. Fakat, bu unsurlar faaliyetlerini bağlayacak siyasî bir mantıktan mahrum olduklarından mıdır nedir bilinmez, halâ Millet İradesi’ne uygun bir hamle yapabilmiş değiller. Kasım seçimlerinde ortaya çıkan Millet İradesi’ni doğru okuyamıyorlarsa eğer, bu da ancak Kurmay zaafıyla izah edilebilir. Ülkenin apaçık işgâl günleri yaşadığı şu şartlarda “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!” diyebilecek cesareti kim gösterirse, gerçek Müslüman da odur, gerçek vatansever de odur! Tarihin bir döneminde “Türkiye’nin bölgede oyun kuracak gücü yok, ama, kurgulanan oyunları sekteye uğratacak, bozacak gücü, yeteneği, cesareti vardır” diyenlerin, şimdi hamle yapma zamanı. Dostunu ve düşmanını dayatılan politikalara göre değil, bizzat Din’e, coğrafyaya, tarihe ve Millet İradesi’ne göre tayin etmesi gereken bu güçleri, tarih, şu ân siyaset sahnesine davet ediyor. Rusya’nın, Amerika’nın başlattığı savaşa, bu savaşın siyasî hedefi olan Esad’ın yanında girmesinin ne anlama geldiğini tahlil etmeye devam edelim. Ne kadar gizlemeye çalışılırsa çalışsın maksatları tamamen örtüşmemekle birlikte, Amerika mevcut şartlar göz önüne alındığında Suriye’yi Rusya’ya devretmek zorunda. Amerika’nın iç dengeleri ve iç politikası göz önüne alındığında gayet tabiî ki bu gerçeği kabul etmeyen unsurlar mevcut. Aynı şekilde Rusya’nın iç politikası da hesap edildiğinde Yeltsin’le beraber Rusya’da kümelenmiş Kuzey Atlantik Terör Örgütü’ne mensup unsurların da varlığı ve güçleri gizli değil. Putin’in temsil ettiği ve Rus siyasetine yön veren jeopolitik olarak Avrasyacılık anlayışına karşı mücadele eden bu unsurlarla Amerika içindeki, Suriye’nin Rusya’ya bırakılmasına karşı çıkan unsurların maksatları hemen hemen aynıdır. Rusya ve Amerika’daki bu unsurların buradaki müttefikleri ise, sivil ve askerî unsurların BOP Plânı kapsamında hareket eden yapılardır. Rus siyasetçilerin uçağın düşürülmesiyle alakalı kullandıkları “uluslar arası provokasyon” ifadesindeki “uluslar arası” kavramıyla kastettikleri bizce Amerika, Rusya, Türkiye ve İsrail’de faaliyetlerine devam eden bu yapıdır. Uçağa yapılan saldırı bu unsurların yaptıkları plânın bir neticesidir. Amerika’nın 2003 istilâsından beri siyasî, askerî ve ekonomik olarak yıpranması, bu yıpranmaya bağlı olarak da, kendi öz gücüyle karada savaşmama isteği, Rusya’nın plânlarını kolaylaştıran başlıca unsurlar. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda Rusya’nın müdahalesinin ne mânâya geldiğini daha iyi anlayabiliriz. Yani, uçağı düşürülene kadar Rusya, “Suriye’nin Kuzeyi, “Kuzey Suriye” olacaksa, buranın Amerika’sı da ben olacağım!” diyordu. Irak’ta Amerika’nın kurduğu Şiî İşgâl Hükümeti’ne karşı Suriye’de Esad iktidarda kalacak “Suriye bütünlüğü” içinde de “Kuzey Suriye” kabul edilip, hâmisi de Rusya olacak. Ukrayna’da, NATO’nun kendisiyle “komşu” olma hamlesine yaptığı müdahaleden de cesaret olan Rusya’nın, Suriye’de bu dayatmayı yaparken Amerika’ya karşı elinin güçsüz olmadığı dikkatlerden kaçmasın. Ayrıca Suriye’de şartları lehine çevirici bir konumda olduğunu düşünürsek Rusya’nın, Amerika’ya bu anlaşmayı dayatmasının çok da anormal bir durum olmadığı anlaşılır. Bu paylaşım üzerinden değerlendirdiğimizde, Rusya’nın müdahalesini belli bir siyasî mantığa oturtabiliriz. Hem Amerika’nın içerisinde bulunduğu kötü şartlar, hem de Rusya’nın bu kötü şartlara rağmen NATO ve Amerika’yla savaşı göze alamaması bu anlaşmanın siyasî mantığını anlamamıza yardımcı olacaktır. Peki, Rusya’nın müdahil olma niyetiyle, Amerika’nın plânları arasındaki fark nedir? Birinci fark, Esad’ın iktidarda kalması devam ederken Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması. İkincisi ise, Rusya’nın hâmisi olduğu bir Suriye üzerinde İsrail’in plânlarını uygulamayacak olması. Üçüncü fark ise, “sınırlı bir özerklik” içerisinde “Kuzey Suriye”nin ortaya çıkmasının Türkiye’nin bölünmesini de engelleyecek olması. Gayet net bir şekilde görülüyor ki, en azından kısa ve orta vadede Türkiye’nin menfaati açısından “Rusya mı, Amerika mı?” sorusunun cevabı, “Rusya” olmalıydı. Diğer taraftan ise, uçak düşürülene kadar geçen şu kadar zaman içerisinde Amerika’nın Irak’ın Kuzeyi’nde yaptığını Suriye’nin Kuzeyi’nde yapabilmesi artık pek mümkün gözükmüyordu. Yıllarca sürecek bombardımanlar, ambargolar ve en önemlisi de “karada savaşabilmek” Amerika açısından zor. Amerika’nın bu hâlinin iç politikadaki yansımalarıyla birlikte özellikle Avrupa’daki müttefiklerinin dahi tepkisini çektiği bir gerçek. Afganistan, iki tâne Irak, Libya, Somali, Sudan ve şimdi de Suriye… Amerika’nın yaşadığı bütün bu macera kendi iç dengeleriyle birlikte dünya siyasetinin de sınırlarını zorlayıcı bir seviyeye ulaştı. Tüm bu savaşların neticesi olarak Amerikan toplumunun yaşadığı ve her geçen gün artan sefalet Amerika’nın iç dengelerinin bozulmasına ve çatışma ortamının biraz daha olgunlaşmasını beraberinde getirmekte. Bütün bu sebeplerden dolayı Amerika’nın Suriye’de Rusya karşısında tavizkâr bir tutum takınması gayet anlaşılır. Tabiî bu demek değil ki, Amerika ve Rusya’nın bütün plânları birbirleriyle uyumlu. Hayır; çakışan noktalar da var, çatışan noktalar da. İşte bu çakışan noktaların hatırına şu ân yaşadığı iç ve dış sorunlardan dolayı Amerika Suriye’de Rusya’ya bu tavizi vermek zorunda kalmıştır diyoruz. Rus uçağının düşürülmesine tekrar dönecek olursak, yukarıda bahsettiğimiz uluslar arası güçlerin şu ânki Amerikan yönetiminin Rusya’ya verdiği bu tavizi kabul etmediklerini, ayrıca, Arap Gücü’ne karşı Amerika’nın komutasında savaşacak bir kara ordusuna duydukları ihtiyaçtan dolayı, bir taşla iki kuş vurmak düşüncesiyle, bu olayı tezgâhladıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Peşmerge ve YPG Amerika’nın kara ordusu fonksiyonunu yerine getirmekle beraber Arap Direnişi’ne karşı etkili ve yeterli olmadığı gayet açık. Yukarıda bahsettiğimiz bu plân dairesinde düşünülen ise, ortaya çıktı ki, “Türk” Silahlı Kuvvetleriyle Etnik Kürtçülüğü müttefik yaparak Amerikan Kara Ordusu olarak Arap Gücüne karşı savaştırmak. Bu pis plân tutar mı tutmaz mı? Bilinmez… Ama, bu plânın tutmama aşamasında dahi bölgemizin bugüne kadar olduğundan daha fazla zarar göreceğini maalesef tesbit etmek durumundayız. Amerikan ordusuyla beraber NATO kapsamında AKP’nin daveti üzerine gelen diğer Batılı Güçler, bütün ihtişamlarına rağmen Obama yönetimi de biliyor ki, “Ortak Düşman IŞİD”ı ve Irak Direnişi’ni tamamen bitirebilecek kapasiteye, cesaret ve kararlılığa sahip değiller. Amerika’nın “yerel güçlerle” yapmaya çalıştığı bu operasyon, aslına bakılırsa Türkiye’de, İslâm Milleti’ne mensup bir iktidarın gerçekte ne yapması gerektiğini de göstermektedir! Eğer Etnik Bölücülük senin baş düşmanınsa, NATO’daki müttefikin Amerika, senin Baş Düşmanını kendisinin ortaya koyduğu “Esas Düşman”a karşı müttefik olarak kabul edip, ona tonlarca silah yardımı yapabiliyorken, sen niçin Baş Düşmanının düşmanı olan Arap Gücü’nü müttefik olarak kabul ettiğini ilan edip ona yardım etmiyorsun? Bunu yapmadığın gibi, sanki Türkiye’yi 30 yıldan beri bölmeye çalışan örgüt IŞİD’mış gibi, Amerika’nın “ortak düşman IŞİD” politikasının aktif ve gönüllü bir uygulayıcısı gözükerek, işgâle karşı direnen Arap Gücü’ne her fırsatta düşmanlığını izhar ediyor ve her hareketinle bu düşmanlığı derinleştirdikçe derinleştiriyorsun. Bugün, ne 90’lardaki ne de 2003’lerdeki Amerika var! Ama, bölgede Anadolu başta olmak üzere dinamik, savaşmaya hazır, Batılı işgâlcileri düşmanlaştırmış yerel unsurların varlığı ve gücü tartışılmaz. Bu fotoğraf karşısında aklıselim, Din, Vatan, Millet için kiminle, hangi güçlerle ve kime karşı ittifak yapabileceğini söylemekte. Bunun tersi politikalar hesabı sorulacak hainlik sınıfından olarak değerlendirilmesi gerekir. Zaten, Amerika eski gücünde olsaydı, Rus uçakları Suriye’ye gelebilir miydi? Afgan ve Irak Direnişleri’nin yıpratıcı etkisinden dolayı Amerika şu ân 90’lardaki ve 2003’teki gücünün fersah fersah gerisindedir! Rusya başta olmak üzere, siyaset sahnesinde bulunan tüm aktörler bunun farkındalar ve hamlelerini de ona göre yapıyorlar. Mevcut iktidarın ise herkesin farkında olduğu bu gerçeği görmemesi mümkün mü? Bu gerçeği gördüğü kesin olmakla birlikte, şu ânki Batı yararına aldığı tavrı nasıl açıklamak gerekir? Buna mukabil, Rusya’nın da 90’lardaki ve 2003’lerdeki Rusya olmadığının da altını çizmek lazım. 91 ve 2003 Saldırılarını Millî İrade’ye aykırı olarak Türkiye’deki hükümetler, başka hiçbir aktörün rahatsızlık verici rekabet çabalarını hissetmeden Amerikan saldırganlığına erketelik yaparken, şu ân ise Rusya faktörü, Hükümetin dengesini bozuyor. Hâlbuki mevcut şartlar bölgeye, coğrafyaya ve Tarihî Misyon’una uygun bir politik çizgide değerlendirilebilse, hiç olmadığı kadar Türkiye’nin lehinedir! Bu açıdan da Rusya faktörü, şartları lehine çevirici bir pozisyonda Türkiye’nin işini zorlaştıran değil, bilakis, elini kuvvetlendiren bir unsur olarak ortaya çıkacaktır. Ama mevcut konumlanma siyasî ve askerî olarak şu ân için Kuzey Atlantik Terör Örgütü’nün yanı başında olduğundan dolayı ne şartları lehe çevirebilmesi ne de İslâm Milleti’in faydasına uygun bir politika ortaya koyabilmesi mümkün değil. Kaldığımız yerden devam edeceğiz…